29 Nisan 2025 Salı

Eşyalar Toplanmış Seninle Birlikte...

Mehmet Teoman’ ın sözlerini yazdığı, Tanju Okan’ ın ikonik sesiyle dinlediğimiz “Kadınım” şarkısındaki bu dörtlük, kaybımın 8. ayında İren’ in odasını toplarken kulağımda çaldı hep…

Eşyalar toplanmış seninle birlikte
Anılar saçılmış odaya, her yere
Sevdiğim o koku yok artık bu evde
Sen (İren’im)

İren’ den 8 ay önce annesini kaybetmiş bir arkadaşım, “Süreçte kendi yolunu bulacaksın” demişti bana. Ne yolu, ne yol bulmayı idrak edecek durumda değildim. Fakat, zaman içinde, arkadaşımın dediği gibi, kendi yolumu bulmaya başladım. Benim yolum, evlatlarını kaybetmiş annelere ulaşmak, onların acılarına ortak olmak, elimden bir şey gelmese de sadece onlarla dayanışma içinde olmak. Çünkü, İren’ siz geçen o ilk günlerde; zihinsel, fiziksel ve duygusal olarak dengemi kaybettiğim en yoğun zamanlarda; birilerinin bana sürecin nasıl devam edeceğini söylemesine çok ihtiyacım vardı. Bunu da ancak evladını kaybetmiş bir anne anlatabilirdi. Sürekli, “Şimdi ne olacak?”, “Bundan sonra karşıma ne çıkacak?”, “Bugünü bitirdim, yarın neyle karşılaşacağım?” gibi sorular vardı dilimde. Ve tabii, tüm yaşadığım çalkantının “normal” olduğunu duymaya ihtiyacım vardı.

O günlerde yaslı anneleri elimden geldiğince yalnız bırakmayacağımın sözünü verdim kendime. Sosyal medyadan ulaştım onlara, bana ulaşanlarda oldu. Ortak acımız bir şekilde bir araya getirdi bizleri. Keşke, hepsini ve yavrularını başka şartlarda tanısaydım. Evlatlarını onların aracılığıyla bu şekilde değil, başka yollarla tanımış olsaydım.

Bizler için, evlatlarımızın hatıralarını yaşatmak çok önemli. Geride kalan anneler olarak en büyük arzumuz bu. Onların anılarını yaşatmak için ilk ihtiyaç duyduğumuz ise maddesel şeyler. Çünkü, varlıklarını onlardan kalan eşyalarına tutunarak sürdürüyoruz başlangıçta. Bazen, o eşyalara bakması dokunması çok zor olurken, bazen de kendiliğinden dolabın önünde kıyafetlerine dokunurken buluyor insan kendini. Bu da yas süreci gibi dalgalı. Bir gün iyi geliyor, bir gün kötü.

Kaybımın ardından gittiğim bir psikiyatrist, İren’ in eşyalarını ve mobilyalarını odadan çıkararak, yeni mobilyalar ile başka bir oda yapmamı söylemişti. Şu satırları yazarken bile, aynı öfke çıkıyor yüreğimden. Haftalarca zihnimden atamadım o cümleyi. Bana ne demek istediğini düşündüm günlerce ve acımı, İren’ imi kaybetmiş olmanın benim için ne ifade ettiğini anlamadığını düşündüm. Bir daha da görüşmedim kendisiyle.

Bir de çevremizdekilerin can acıtan söylemleri var. “Eşyalarını vermezsen rahatsız olur”. Hangi anne bu dünyada ya da cennette evladını rahatsız etmek ister ki? Uçaklarda, acil bir durumda oksijen maskesini anne önce kendisine sonra çocuğuna takar. Bu örnekteki gibi, o yaralı annenin kendi yarasını “saramadan”, eşyaların içinde kaybolması yeni yaralar açmaz mı peki?

Ben, çok direndim, söylenen her şeye kulağımı tıkamaya çalıştım, kendimi hazır hissettiğimde odasını toplayacağımı söyledim hep ve bayram tatilinde İren’ in odasını toplamaya başladım ve aslında buna pek de hazır olmadığımı gördüm. Ancak, yarım bırakmak korkuttu beni çünkü ilerleyen zamanda tekrar aynı duygularla karşılaşmak istemedim. Pişman değilim, ama benim için tahmin ettiğimden çok daha sarsıcı bir süreç oldu.

Çamaşır asılan mandalda hatırası olur mu bir çocuğun, ya da ipten yapılmış bir bileklikte, bir peçetede, bir kalemde, hatta boş duran bir teneke içecek kutusunda…

Odayı toplarken, döktüğüm gözyaşlarından çok, vücudumun verdiği fiziksel tepkiler yordu beni. İren’ i kaybetmiş olduğumu henüz idrak edemediğim o ilk günlerdeki belirtiler ortaya çıktı. Kalp atış hızının değişimi, sanki yüreğine bir ağırlık bağlanmışçasına kalbini yerlerde hissetme, düzenli nefes alamama, göğüs sıkışması, mide krampları, eklemlerinde ve başında karıncalanma ve beyninde uyuşma hissi…

Yaşadığım bu zorlayıcı deneyimden sonra şunu söyleyebilirim. Yasın herkese göre değişen kendine özgü bir dinamiği, hızı, şekli var. İren’ in odasındaki mobilyaları duruyor. Kıyamayıp ayırdığım eşyaları hurçlarda saklı. Onu anlatan bir köşesi var, çok sevdiği eşyaları ve fotoğrafları o köşede.

O oda, bizim tüm anılarımızın yaşandığı, birlikte paylaştığımız odamız olduğu için, orada olabilmek benim için çok anlamlı ancak çok zorlayıcı çünkü eskiden gözümü açtığımda karşı yatağımda gördüğüm bebeğim orda değil. Gece üstünü örttüğüm, uyurken öpüp kokladığım,  arada nefesini dinlediğim kızımın yatağı bomboş. Kendisinin olması gereken odada hatıraları kaldı. Duvarda kendi çizdiği resimler ve Galatasaray posterleri yerine fotoğrafları asılı.

Canım yas arkadaşlarım, canım anneler… Eşya toplama sürecinde hepinize güç olacak şeyler yazmak isterdim. Benim kişisel deneyimimin sizlerin yolculuğuna engel olmasını istemem kesinlikle… Bir gün güzel evlatlarınızın eşyalarını toplamak isterseniz, yakındaysak seve seve gelip eşlik ederim size, beraber anarız çocuklarınızı… Gelemesem de, tıpkı süreçte bana destek olan diğer acılı anneler gibi iletişimde kalırız… Birbirimize bir telefon kadar yakınız hepimiz…

Eşyalar toplanmış seninle birlikte
Anılar saçılmış odaya, her yere
Sevdiğim o koku yok artık bu evde
Sen (İren’im)

12 Nisan 2025 Cumartesi

"Seni Çok İyi Anlıyorum..."

“Seni çok iyi anlıyorum…”

Bu aralar bu cümlede kaldım… Kimler ne zaman dedi hatırlamıyorum bile ancak üst üste duyduğumdan olsa gerek kafayı fena taktım.

“Seni çok iyi anlıyorum…” diyenlere, “Neyi anlıyorsun?" diye sorasım geliyor. Aslında biliyorum cevabı: HİÇBİRŞEYİ!

 

İren’ in vefatından 2 ay önce, her ölüm gibi ani ve beklenmedik şekilde, bir çalışma arkadaşımın oğlunu kaybettik. Haberi aldığımda iki şey düşündüm. Birincisi, çok genç yaşta bir kayıp olduğu; ikincisi, annenin hayatının biteceği ve aklını kaçıracağı.

O zaman, bu kadar sığ düşünebilmişim demek diyorum şimdi.

Kendi hikayemde, ne kadar kaçmasını istesem de aklımı kaçırmanın mümkün olmadığını bizzat yaşadım. Ve hayatım bitmedi, maalesef devam ediyor; ama nasıl ediyor?


Sevdiğin birini kaybetmekle başlayan yas süreci bir duraksama evresi değil; insanın kendi gibi dinamik bir süreç. Hareket halinde. Dalgalı, inip çıktığın, düşüp kalktığın ama hep yolda kaldığın bir yolculuk; hayat gibi, insan gibi. Önemli olan hayatını nasıl devam ettirebildiğin. Zorlayıcı kısmı da bu zaten. Acıkıyorsun ama yemeğin eski tadı yok, susuyorsun ama kana kana içemiyorsun suyu. Uyumak istiyorsun, uyuyamıyorsun; uyanmak istiyorsun uyanamıyorsun. O yüzden “hayat devam ediyor” cümlesi doğru olmakla birlikte; hayatını nasıl devam ettirdiğini; sevdikleri yanında olan, bu acıyı yaşamayan kimsenin tam anlamıyla bildiğini düşünmüyorum.

“Toparlamışsın”, “İyi gördüm seni”, “Çabuk döndün işe”… Bunlar iyi niyetle söylenmiş olsa bile yaslı bireyde yankısı pek öyle değil… İşine dönemeyen bir anneye “Şimdiye kadar dönmeliydin, geç kaldın”; depresyonda olan bir anneye “Çok uzadı yasın, abartıyorsun” denildiğini de biliyorum. Bu söylemleri kendimce "yasın sıradanlaştırılma eylemi" olarak tanımlıyorum. Yani, yasın biricik olduğu; kişinin içsel, ruhsal, duygusal, psikolojik hatta fiziksel dinamiğine göre şekil aldığını göremeyen gözler sürekli kendi kısıtlı fikirleri ve kelime dağarcıkları ile içinde bulunduğumuz duruma söz söyleme hakkı buluyorlar kendilerinde. Normal mi bu, biri bana söyleyebilir mi?

 

“Seni çok iyi anlıyorum…”

“Hadi ya! Neyi anlıyorsun mesela, bana bir anlatır mısın?”

Bir annenin çocuğunun odasına girememesinin, onun ayak izlerine basarak o izleri silmek istemediğinden kaynaklandığını anlıyor musun? Bir diğer annenin evdeki perdeleri çocuğunun el izleri gider diye yıkayamadığını, bir diğerinin parmak izlerini kaybetmemek için toz alamadığını; bir diğerinin kaybettiği günden beri onun nevresimi ile yattığını; bir diğerinin sevdiği yemekleri asla yiyemezken bir başkasının sadece onun sevdiği yemekleri yemesinin nedenini biliyor musun? Bir annenin sadece kaybının değil, evladının geleceğinin de yasını tuttuğunu; birinin kendini bu cümlelerden korumak için aylarca evden çıkamadığını, diğerinin ise anılarla dolu olan evinde asla duramadığını; birinin çocuğunun eşyalarını kullanırken, diğerinin hiçbir eşyasına el süremediğini biliyor musun?

Peki ya, tek çocuğunu kaybetmiş bir anneye “Yeniden çocuk yaparsın” derken, diğer evladı hayatta olan annelerin büyük çoğunluğunun aklının yanındakinden çok toprağa koyduğunda olduğunu biliyor musun? Hayatta kalan evladın hem kardeşini hem de annesini kaybettiğini düşünüyor musun bu öneride bulunurken? O annelerin, hayatta kalan evladıyla ilgilendiğinde, vefat eden evladının abisini/ablasını kıskanmış olma ihtimalinin nasıl bir hızla zihnine hücum ettiğini, yaşadığı suçluluk hissini bilir misin mesela?

Peki, her gece evladını belki rüyanda görürsün diye ne kadar uyumak istesen de acının ve yarattığı düşüncelerin buna izin vermediğini; onu bundan sonra sadece rüyanda görebilecek olmanın umudu ile bunun ne zaman olacağını bilmemenin arasında sıkışıp kalmanın yarattığı çaresizlik duygusunu tanıyor musun?

Eski halini görmek istediğini söyleyenler, bunun artık mümkün olmadığını bile kavrayamazken; senin de zaman zaman o eski halini özlediğini ve sadece bunu düşünmüş olmanın bile nasıl bir vicdan azabı çektirdiğini biliyorlar mıdır? 

İmkansız olduğunu bile bile her gün evladının geri gelmesini dilemenin içinde yeşerttiği umudun saniyeler içinde nasıl bir hayal kırıklığına dönüştüğünü yaşadın mı hiç? Peki, kaybettiğin sevdiğin ile cennette nasıl kavuşacağının hayalini kuruyor musun başını yastığa koyduğunda?

 

Sen neyi anlıyorsun, bana bir anlatır mısın?

Şimdi, bir daha düşün. Ağzından bir cümle çıkarken iki kere düşün hatta olur mu?

Yasın ortak bir dili var: ACI. Herkesin bu acıyı işleme şekli farklı. Ne olur, acımızı nasıl işlediğimize, nasıl yaşamak istediğimize biz karar verelim, biz bulalım kendi yolumuzu. Bu yolda ilerlemeye çalışırken, salınan birer kum torbasıyız bizler. Sağlı sollu yumruklar vurarak dengemizi daha fazla bozmayın. Yorum yapmadan, tavsiye vermeden, yolumuzda yoldaş olun bizlere ya da olmayın ama azıcık susun…