24 Nisan 2013 Çarşamba

Erken Gelen Doğum Günü Hediyesi!

İren’ in doğum gününe tam 1 ay var; ama beni şimdiden bir telaş aldı gidiyor! Hayal ettiğim gibi bir doğum günü planlıyorum ama ne hayal ettiğimi de bilmiyorum tam olarak! 

Tabii, öncelik, onun ilk hediyesinde! Ömür boyu saklayacağı değerli bir şey olsun istiyorduk. Oyuncak, kıyafet zaten olan şeyler! Ya kıracak, ya da küçülecek ve bir daha kullanamayacak! Bu yüzden aklımıza bağış yapmak geldi!

İren’ e ve gelecek nesillere bırakabileceğimiz en doğru şeyin yaşanabilecek, nefes alınabilecek bir dünya olduğunu düşündük ve TEMA Vakfı’na karar verdik!

Demiştim ya, heyecanlı bi tipimdir diye; aklıma koyduğumu hemen yapmazsam içim kurtlanır! Hele söz konusu İren’ se hiç sabredemem!

Az önce, ufakta olsa bir katkı sağlamak için bağışımızı yaptık. Tabii, İren henüz bunları fark edecek yaşta değil, ama büyüdüğünde elindeki sertifikanın ‘ağaç sevgisi’, ‘doğa sevgisi’ olduğunu anlayabilir!

Eğer sizde çocuklarınız için, geleceğimiz için bir katkı sağlamak isterseniz; www.tema.org.tr ' ye girerek, bağış ve destek linkinden özel gün bağışlarını tıklayın… Hediyenizi online sipariş linkindeki formu doldurarak onaylayın! 1 fidan 5 TL!

Sertifikanızı, isterseniz e-maille, isterseniz kargoyla ya da vakfın Levent’teki binasına bizzat giderek alabilirsiniz.

Unutmayın, “Toprak Yaşamdır”!

İren'in İsim Hikayesi!

Benim babam çok başka bi insandır! Klasik babalardan öyle farklıdır ki, çoğu zaman en yakın arkadaşımdır… Beni de çok başka sever, aslında o bütün çocukları çok sever… Bütün çocuklar da onu… Bugüne dek iletişim kuramadığı bir çocuk olduğunu görmediğimizden, ailece, onun ‘çocuk perisi’ olduğuna inanırız…

Dünyaya bir bebek getirme kararı almamı hızlandıranda aslında babam oldu! Abimin çocuğunu gördü, benimkini de görsün, toruna doysun istedim…

Hamile olduğumu öğrenir öğrenmez, ilk lafı “Ben, onu kimseye bırakmam, ona ben bakacağım,” oldu… 

Ve aynen dediği gibi oldu! İren’e dedesi bakıyor, hemde “benim” diyen anneden iyi bakıyor…

Bir kere çok sakin… Bebekler telaşı sevmez ama anneler hep bi telaş içindedir… Yemek pişecek, alt değişecek, banyo yapılacak, çamaşır, ütü filan derken hep koşturandır anne… Bu durum zaman zaman bebeğimizi rahatsız eder… 

İren’le dedesinin ilişkisi öyle bi boyuttaki, İren’e “Dede nerde?” diye sorulduğunda direk ona bakıyor, ama “Anne nerde?” dediğinizde bana bile bakmıyor o cadı!

Mama saatini, ilaç saatini hep takip eder dedesi… İren’i görmediği günler (çok az olsa da) telefon eder, sorguya çeker… 

- “Yedi mi, ilacı verdin mi, kaka yaptı mı, keyfi nasıl?”

Ya da ertesi gün mutlaka gelir. Annemden aldığım bilgiye göre “Çok özlüyorum, duramıyorum!” deyip çıkıveriyormuş evden.

İşte tam da bu nedenlerden ötürü, böyle olacağını da tahmin ettiğimden ve İren’den önce şu dünyada en sevdiğim insan olmasından dolayı, kızıma babamın ismini vermek istedim…

Ailenin yeni üyesine isim bulmak ayrı bi telaştır… İnternetten bakmak, sözlük almak, listeler hazırlamak vb.  

Biz, bu isim bulma telaşında, aylarca hem fikir olamadık! Benim beğendiğimi eşim, onun beğendiğini ben beğenmedim bi türlü…

Bir gün “Özgür” olsun kızımın adı dedim ve internetten “Özgür” anlamına gelen isimleri ararken İREN’i buldum. ‘İrem’ ile karışır, zor olur gibi söylemlere kulağımı tıkadım ve kızımın, “Özgür Dede” nin “Özgür Kız” ı olmasını istedim…

Yani, İREN demek ÖZGÜR demek, yani DEDE demek, yani BABAM demek!

İren'le Hayat :)

Bu yazı; İren, bunları okuduğunda annesinin kıymetini bir kez daha anlayarak ona kocaman sarılsın ve öpsün diye yazılmıştır :)

Ben çalışan bir anneyim! İşten çıkar çıkmaz eve giden; önce bebeğini kucağına alıp, sonra mecburen bırakıp, yemek yapmaya başlayan, arada onu yıkayan, biraz oyun oynadıktan sonra yemeğini yedirip, uyutan ve ertesi gün yiyeceklerini planladıktan sonra, onun bulaşıklarını özenle yıkayıp dezenfekte eden, standart bir hayatım var. 

Çalışmadığım 3 günde ise, mesaim bazen normal iş gününden daha önce başlıyor ve daha yorucu geçiyor! 

İren uyanır uyanmaz, onu koynuma alıp ‘ana-kız‘ yarım saat kadar yatak keyfi yapıyoruz. Ardından bezini değişip, kahvaltı telaşına düşüyorum… 

Yeni doğduğunda, bu çocuğu doyuramayacağım paniği yaşarken şimdi o paniğin yerini bu çocuğa nasıl yemek yedireceğim telaşı almış durumda… 

Bebekler, büyüyüp etrafa ilgileri arttıkça, keşfedecek şey çoğaldıkça yemeden uzaklaşıyorlar; bu yüzden, çok sevdiğim bir siteden (www.gurmebebek.com) sürekli tarifler bulup, İren’in yemek defterine yazıyorum; özellikle haftasonları ve cumaları tamamen benimleyken onları keyifle hazırlıyorum... (Normalde mutfak işlerinden hiç hoşlanmadığımı da belirteyim!)

Zar zor edilen kahvaltının ardından kendime çay bile demlemeden kahvaltımı geçiştirip, İren’le oyuna geçiyoruz… Etkinliklerimizi yapıp, müzik eşliğinde danslar ediyoruz, kaslarımız çalışsın diye çeşitli hareketler yapıyoruz, sonra biraz sohbet (beni fazla dinlemiyor ama ben yinede konuşuyorum)… 

Sıra meyva saatinde: Meyvasını keyifle yiyen İren’in vitaminlerini verdikten sonra bitki çayı hazırlanıyor… 

Sonra uyumamak için direnen küçük hanımı uyutmak için her tür şey deneniyor; yatakta uyut, arabada uyut, fönü aç, radyoyu aç vb… (İren, haftaiçi yaklaşık 2-3 saat uyuyor, benim evde olduğum günlerdeyse uyku saati 1-1,5 saat oluyor… Başlarda üzülüyordum bu duruma ama sonra onun uyumamasına güzel bir kılıf buldum. Annesini özleyen İren, onu bulmuşken bırakmak istemiyor… Yani durumun benim beceriksizliğimle hiç ilgisi yok!)

İren uyurken; mutfak toplanıyor, yıkanacak çamaşırlar atılıyor, kuruyanlar, ütü bekleyenler, ev toparlanıyor... Tam “ohh” diyecekken İren uyanıyor… 

Beraber mutfağa girilip, İren’in öğlen yemeği hazırlanıyor, zar zor o da yedirildikten sonra, dedesi İren'i gezmeye çıkarıyor…

Döndüğünde İren'in en sevdiği öğüne geliyor sıra; sütlacı, muhallebisi yada yoğurdu yendikten sonra biraz oyun veee banyo vakti… 

Sonra anne tekrar mutfakta akşam yemeği telaşına düşerken, İren’de ona mutfakta eşlik ederek, bisküvilerini yere atıp, mutfak eşyalarıyla bi süre oynadıktan sonra, onlarıda yere atarak, anneye yeniden iş çıkarıyor…

Akşam yemeği hazırlanıyor, İren’de nerdeyse 1 yaşında olacak büyük bi birey olarak sofrada baş köşede yerini alıyor. Önce onun maması yediriliyor, sonra anne de yiyor…

Yine, o korkulu uyku vakti geldi bile! Odaya girer girmez ağlamaya başlayan İren’i, annesi, “Uyumayacağız, uyku ne ki!”diye kandırıyor ama ağlaya ağlaya o yatağa koyuyor… Biraz pışpıştan ve gece çayından sonra gözleri kapanan İren, yatağı sallamayı bıraktığın anda gözlerini açıyor ve bu uyutma seansı yaklaşık 1 saat sürüyor… 

Sonra anne, bitmiş vaziyette kendini koltuğa atıyor, TV bakarken saati farkediyor ve gece maması hazırlanıp İren’e verildikten sonra, anne “Allah’ım bu gece uzun uyuyayım” diyor ama o emzik her düştüğünde uyanıyor, uyuyan “Masum Surat” ın üzeri örtülüyor, terlemiş mi kontrol ediliyor, eğer terliyse üstü değişiyor, açmışken altı da alınıyor tabii… 

Sonra sabah oluyor ve uykusunu almış mutlu bebek uyanıp anneye “Ihh ıhh” diyerek “Günaydın” diyor!

İşte tüm bu yorgunluk o “ıhh ıhh” la bitiyor ve “Bugün hazırlayacaklarımı yiyecek mi acaba?” diye meraklı bir heycanla yeni gün başlıyor!

(Burada, günlük rutin olarak yapılan ufak detayları yazmıyorum ki, okurken daha fazla yorulmayın! Bi bu kadar detay daha var: diş ilacı, diş jeli, saçının toplanması, yüzünün ve ellerinin yıkanması, biberonların sterilize edilmesi, evin süpürülüp silinmesi vb.)

Ee tabii bir de bedensel yorgunluktan çok zihinsel bir yorgunluk oluyor! (Ne yedi, ne kadar yedi, kaç kere çiş yaptı, kaç cc su içti, dünden bugüne hareketlerinde ne değişti vb.)

İşte “İREN’le hayat” böyle keyifli geçiyor!

13 Nisan 2013 Cumartesi

Bir Fizik Tedavi Macerası...

Bir çocuğun varsa anlatacak şey hiç bitmez... 

Malum, yeni doğan bir bebek ne ister, kucak ister! Annesinin sıcak kucağı sakinleştiği tek yerdir; biz İren’ le yeni doğduğunda 10-15 gün kadar yapışık ikiz gibi dolaştık!  


Tabii, bu cici kız büyüdü, her ay kilo aldı, bir de en büyük aşklarından biri babası, diğeri dedesi onu iyice kucak delisi yapınca olan onunla bütün gün yalnız kalan anneye oldu!



Offf, o ne sancı! Doğru acile, ee sütte var malum, ilaç filan yok!



Aylarca bel ağrısıyla mücadele ettim, bikaç doktor denemem oldu, ancak önerdikleri gibi fizik tedaviye ayıracak vaktim yoktu!


Yaklaşık 10 ay sonunda, 2 gün boyunca yataktan kalkamaz hale gelip, beldeki ağrım sırtımı sarmaya başlayınca, ne olursa olsun bu işi halledeceğim dedim.



Doğru zamanı ve doğru yeri buldum!



Aslında tamamen tesadüf oldu! Alo Acıbadem'i aramamla Prof. Dr. Selda BAĞIŞ' a randevu verdiler. Selda Hanım, işini öyle mükemmel yapıyor ki, daha önceki doktorların fark etmediği, etse de üstünde durmadığı ayaklarımı gördü önce; hemen 3D taban analizi yapıldı ve bileklerim içe dönerken, ayaklarımın dışa bastığı anlaşıldı. Bir 3D tabanlık, bir güzel spor ayakkabıyla çözdük işi. Bunca sene boşuna ağrıyormuş benim ayaklar!


Sonra fizik tedaviye başladım. İlk gün tedirgindim biraz, fakat zaman geçtikçe öyle çok sevdim ki orayı, ne yalan söyleyeyim son seansımda üzüldüm bile :( 


15 seans öngörülmüştü ama 12 seansta ağrılarım geçince bitirme kararı alındı. 


Aslında, pek de inanmıyordum geçeceğine! Minicik bir makinadan verilen 20 dakikalık akım, bi masaj, 3-5 hareketle geçer miymiş o şiddetli ağrılar, GEÇERMİŞ!


Gelelim, bu yazının esas amacına...


Acıbadem Sporcu Sağlığı Merkezi, uzay üssü gibi bi yer ama içindekiler tamamen insani duygularla bezenmiş!


Her şeyden önce, seni hiç zorlamıyorlar; günler - saatler, randevu sana uygun şekilde ayarlanıyor. 


Uzun süredir kendine nerdeyse hiç denecek kadar az zaman ayıran bir anne olarak, orda o kadar rahat ve mutlu oluyordum ki anlatamam. Uykusuz kaldığım gecelerde kendimi motive etmek için, "Yarın fizik var, orda uyurum," dediğim çok oldu.


Sıcak bir havluyla beraber gelen ağırlık ve akım sizi rahatlatırken, arkadan gelen masajla iyice mayışıyorsunuz. Sonrasında yavaş yavaş artan hareketlerle, uzayan bel kasları o halde tutulmaya çalışılınıyor. Evde yapılan tekrar hareketleriyle de (tabii fazla kucak yapmazsan) ağrın kalmıyor.


Fizyoterapist arayanlara Serdar Korkmaz özellikle tavsiye edilir! İlk bakışta fazla ciddi görünse de, zaman içinde bunun işini önemsemesinden kaynaklandığı anlaşılıyor. Seanslar devam ettikçe, birbirine alıştıkça sanki yıllardır tanıyormuşsun hissine kapılıp aileden biri gibi oluyor. Bu arada bekarlara duyrulur, bir anne gözüyle kendisi ‘ideal damat adayı’ :))


Ayrıca, Tayland’dan ithal 'sihirli parmaklar' Onk ve Nutty (umarım, isimleri doğru yazmışımdır) ağrıyan bölgedeki kan dolaşımını hızlandırarak o bölgenin beslenmesini sağlıyorlar.


Ayrılmadan önce öğrendiğime göre annelerin bir diğer şikayet konusu da omuz ağrısıymış!


Aman anneler; bellere, omuzlara DİKKAT!

10 Nisan 2013 Çarşamba

Ah o göbek yok mu o göbek!

Yenidoğan bir bebeğin tek ihtiyacı bakım ve kendini güvende hissetmektir!

Güven vermek, ebeveynler açısından karşılanması kolay bir istek aslında: bebeğini kucağına al; kokunu ve sıcaklığını hissetsin yeter!

Bakım ise, doğumdan yeni çıkmış ve muhtemelen lohusa sendromu yaşayan anne için yorucudur. Anne, yorgun olduğu kadar da çaresizdir! Çünkü daha dün olmayan bir varlık artık kanlı canlı yanındadır. Belli bir süre iletişim problemi çekilir; o minik canın neden ağladığını bilemez, sende ağlarsın çaresizlikten!

Bu yazımda, yenidoğan bakımının ilklerinden olan göbek bakımıyla ilgili İren’in ve doğal olarak bizim yaşadığımız süreci paylaşmak istedim.

Göbek kordonu, bebek ile anne arasındaki bağlantıyı sağlayan ve bebeği besleyen damarların oluşturduğu bir dokudur. Doğumda, anneyle bebek bu kordonun kesilmesiyle ayrılır. Esas iş bundan sonra başlar.

Göbek yoluyla, bebeğin vücuduna birçok mikrop girebileceği için göbeğin temiz ve kuru tutulması gerekir. Bunun için klampın altındaki ve üstündeki göbek kordonuna “alcohol swab” ile pansuman yapılmalıdır.

Normalde bebeklerin göbeği bir haftada düşer, nadiren bu süre bir aya kadar uzar.

İren’in göbeği de bu nadiren rastlanan sürede düştü!


Ben ters bir şey yapmaktan korktuğum için, İren’in göbek bakımını eşim ve annem üstlendi. Yaklaşık 20 gün geçti, bizim göbek hala düşmedi, ama klampın altından kalkmaya başladı ve birkaç gün sonra da düştü!

Ama bir tuhaflık vardı! İren’in kıyafetleri hep lekeli çıkıyordu, yani göbekten sarı bir akıntı geliyordu!

Hemen doktora gidildi tabii… “Göbeği yakma” diye bir şey duyduk ilk defa; tabii bizi bir panik aldı ki sormayın! Aslında, korkacak hiçbirşey yok! “Göbek yakma” gümüş nitrat ile yapılan bi işlem, amaç orayı kurutmak. Bebekler hiçbirşey hissetmiyor. İşlem birkaç gün ara ile tekrarlanıyor.

Doktorumuzun “göbeği kapamayın, hava alsın” demesine rağmen; hangi akla hizmet bilmiyorum ama akıntı olan göbeğe steril kalsın diye gazlı bez koymuştuk tecrübesiz anne ve baba olarak! Sonra o bez yapıştı tabii, çeksen çıkacak ama acır diye korktuğumuzdan, ne ben ne eşim yapamadık, yine doktora koştuk. Tek bi hareketle alınan gazlı beze İren tepki dahi göstermedi. Sonrasında verilen pomatı günde 2-3 kez sürdük ve 3-4 gün içinde herşey normale döndü.

O gün doktorun odasına girdiğimde, “Bana bu yetti, ikinci çocuk filan istemem” dediğimi çok net hatırlıyorum; o da gülerek “İlk başlarda öyle düşünülüyor ama 2 sene sonra fikriniz değişir” dedi. Muhtemelen, bir minik göbek için yaşadığımız panik haline de epey gülmüştür arkamızdan!


Ah o göbek yok mu o göbek!


İşte bu sebeplerdendir ki 'o göbek' çok kıymetlidir; bu yüzden her bez değişiminde, her banyo öncesinde ve sonrasında sevilir, kocaman ÖPÜLÜR!

İren’de bu rutine o kadar alışıktır ki çok mutlu olur, hemen güler, ve “bi daha öp” der gibi anlamlı anlamlı bakar!

7 Nisan 2013 Pazar

Blogger Olmak!

Daha ilk günden havaya girer mi insan yahu! 

İstatistikleri kontrol et, sayfa görüntüleme sayısında dünden bugüne ne değişmiş takip et, hangi ülkeden kaç kişi bakmış denetle! 

Aman Allah’ım yeni bir şeyler yazmam lazım… 

Sanırsın ki Shakespeare’im!

3 Nisan 2013 Çarşamba

Anneliğe İlk Adım!

Ben heyecanlı bi tipimdir! Şu bloğu açarken bile yaşadığım heyecan ve mutluluk görülmeye değerdi!

Aslında İren' e 1. yaş hediyesi olarak planlıyordum bunu ama paylaşmak istediğim şeyler o kadar birikti ki, daha fazla uzatmayayım dedim; hem iş arkadaşım, hem samimiyetine inandığım dostum, hem de bir blogger olan Elif'in de yardımıyla ilk yazımı yayımlıyorum işte...

Adından da anlaşılacağı üzere, ağırlıklı olarak 'annelik' ve o muhteşem duyguyu tatmama neden olan 'İREN' im' olacak burada...

Bir kadının yaşayabileceği en mükemmel andır o! Bebeğinin varlığını öğrendiği an; onu kucağına aldığı an; büyümesine, yaptığı her yeni davranışa tanıklık ettiği an... İşte tam da bu sebeple, annelik serüvenini üçe ayırıyorum...

1. Doğum öncesi
2. Doğum
3. Doğum sonrası

(Tam bir ders anlatımı oldu bu ya! Meslek hastalığı diyerek affınıza sığınıyorum!)

Her şey anne-baba olmaya karar vermekle başlıyor tabii… Ben oldum olası severim çocukları; onların saflığı, masumluğu, ufak şeylerle mutlu olmaları beni de mutlu eder hep… Lisedeyken mesela 11 tane çocuğum olsun istiyordum (7 kız, 4 erkek)… O zamanlar neden böyle bir şey istediğimi bilmiyorum ama şuan istemediğime EMİNİM!

Şanslıyım ki, eşimde çok sever çocukları... Hep hayalini kurardı daha evli bile değilken…

Gelin görün ki, hayat her zaman insanın istediklerini sunmuyor…

Bizim İren’ e kavuşmamız uzun olduğu kadar sabır da gerektiren bir süreçti... 3 yıl bekledik onu… Evet, İren bir aşılama bebeği...

Aşılama (IUI); spermle yumurtanın buluşma şansını arttırmak için yapılan ve yaklaşık 5 dakika kadar süren ağrısız, sancısız bir işlem. Diğer tedavi yöntemlerine göre daha ekonomik ancak başarı oranı %10-15 civarı.

Şanslıyız ki, İREN, bu düşük orana rağmen, hayata tutundu, hatta öyle bir tutundu ki, bıraksan bi 9 ay daha kalırdı herhalde! (bu ayrı bir yazı konusu olacak!)

Bu süreçte, öncelik ‘disiplinli hasta‘ olmak; saati saatine ilaç almak, saati saatine iğne olmak, kontrolleri aksatmamak vb. gibi… Sonra, moral… Umutsuzluğa kapılmadan ama fazlada umut etmeden beklemek…

Ben, konuyla ilgili forumları okudukça çok demoralize olmuştum ama zor da olsa sabırsızlıkla beklerken sabretmeyi öğrendim… Ve çok değerli Doç. Dr. Ramazan MERCAN sayesinde kızıma sağlıkla kavuştum…

İlk yazıma, bebek isteyen ‘umutsuz’ anne adaylarına umut olur diye aşılamayla başlamak istedim… Sizleri, biraz zorlu, fazlasıyla heyecanlı bir dönem bekliyor… Umarım isteyen herkes evlat sahibi olup, o tarifi imkansız duyguyu tadar!