3 Mart 2016 Perşembe

Dedem'e...

Çocukluğumun her anında senin izlerin var; hatta, yokluğunda seni düşündükçe, hayatımın her anında sen varmışsın meğer… Belki de beni ben yapan en büyük etkenlerden biriydin sen…

Doğduğumda, senin güvenli yuvana bıraktılar beni, senle büyüdüm… Hayata dair öğrenmem gereken her şeyi öğrendim senden… Saygıyı, merhameti, dürüstlüğü, sorumluluğu ve daha pek çok şeyi…

Küçüktüm, sabahları uyandığımda evde olmazdın sen, ama akşam gelişinin yaklaştığını mutfaktan gelen mis gibi kokudan anlardım… Kapı çalınca koşardım, “Kim o?” derdim, “Benim kızım” deyince açardım kapıyı… “Kim o?” demeden kapı açılmayacağını da senden öğrenmiştim; terliklerini koyardım önüne, paltonu alırdım…

Küçüktüm, anaokuluna gitmek istemiyordum, ağlıyordum, bir gün annemlere “Göndermeyin bu çocuğu okula, anneannesiyle kalsın” dedin; sen o gün benim hayatımı kurtardın işte…

Küçüktüm, evde tek kaldığım günlerde, üst katta senin olmanın güvenini yaşadım hep, bana bir şey olmazdı sen varken…

Belki hiçbir zaman parka götürüp sallamadın beni ama her hafta sonu “Çocuklar temiz hava alsın” deyip pikniğe götürdün… Bir kış Uludağ’a götürmüştün beni, yukarı çıktıkça kulaklarım acıyordu, korkmuştum, ilk defa böyle bir şey yaşamıştım, sen sakinleştirdin beni, neden öyle olduğunu anlattın…



Yükseklik korkun vardı, teleferiğe binmedin, anneannemle bindik biz, döndüğümüzde, “Bir daha binmeyin, aklım kalıyor” dedin; ben o günden sonra hiç binmedim teleferiğe için rahat olsun diye…

Büyüdüm…

Üniversiteyi kazandım, ilk gün sen götürdün beni, o gururu yaşamak istedin… Senle olan her güzel anımızda gözlerin hep dolardı, öyle hatırlıyorum seni, gözleri yaşlı adam…

Sevdiğim biri oldu hayatımda, öğrendin, gelsin bir tanıyalım dedin… Sen eski topraktın ama çok da moderndin…

Ehliyet aldım ama hiç pratiğim yok, “Gel kızım ben öğreteyim sana” dedin… Senden başka bir sürü kişiyle geçtim direksiyona ama hiçbir şey öğrenemedim… Sen sakindin, anlayışlıydın… Sabırlıydın…

Evlendim, herkesten çok ağladın belki de, biliyorum ki içine akıttın gözyaşlarının çoğunu… Bir fotoğrafımız var, onda da gözlerin yaşlı yine…

Yazın gelmesini dört gözle beklerdin hep, en sevdiğin yere, toprağına gitmek için… “Ne işiniz var sıcakta güneşin altında, bırakın şu Bodrum’u, buraya gelin” derdin hep…

Kaçamak aldığım 3 gün izinle yanına geldim, beni o köy evinde sarayda gibi yaşattın… Her akşam sorardın, “Anneannen ne yapsın kahvaltıda, kuymak seversin, yapsın mı?”… Sabahı bitirirdik, “Fatma, dolma yap kızıma o çok sever” derdin… Hiç unutmuyorum, eve girdiğimizde buzdolabında şişe şişe Cola’lar vardı, siz içmezdiniz aslında, sırf ben geliyorum diye dolabı doldurmuştun…

Ufak şeyler belki ama benim için çok anlamlı anılar oldu hepsi… Senin, sadece beni değil, tüm torunlarını, tüm aileni nasıl bir hassasiyetle sevdiğinin göstergesi hepsi…

Hamileydim, kulağımda mantar oluştu, sen buldun bana en iyi doktoru, “Ben giderim” dedim, sabah bir baktım kapıdasın, doktordan çıktık, karnım aç değildi ama sana kabul ettiremedim bunu, “Olmaz kızım, gel şurda yemek yiyelim” diye zorla yemek yedirdin bana… Ben sana ufak bir jest yapmak istedim, hesabı istedim, “Ben burdayken sana yakışmaz ödemek” dedin…

Her akşam arardın, “Canın bir şey çekerse söyle anneannen yapsın” demek için…

Ben gelirdim size, akşam geç saate kalıyorum diye istemedin bir süre sonra, o yaşta üşenmedin, kravatını takıp, takımını giydin sen getirdin yemekleri bana…

Sen çok başka bir adamdın…

İren’e oda bakıyorduk, masada oturmuş seçtiklerimizi karşılaştırırken geldin yanıma, “Sen neyi hesaplıyorsun?” dedin, gösterdim sana modelleri, kıyasladım, “Hangisini beğendiysen al kızım, üçü beşi hesaplama, ben alacağım odasını” dedin… Her ne kadar “Olmaz” desek de sana kabul ettiremedik… Şimdi ben o odayı değişmek istiyorum bazen biliyor musun, sonra da dedemden İren’e en büyük hatıra deyip vazgeçiyorum…

Doğuma gideceğimi sana söylemek istemedik, heyecanlanırsın diye, ama bunu da ne kadar saklayabiliriz ki… Öğrendin, “Sabahtan gelme, doğum bitince ararız gelirsin” dedik… Yine bizden önce hastanedeydin sen, saatlerce bekledin, elimi tuttun, öptün, yine ıslaktı gözlerin…

Uzun süre sizde kaldık İren’le... Elinden geldiğince yardımcı olmaya çalıştın hep bana İren'e bakarken, kucağına alamazdın ama İren’i, “Aman kızım bir yerine bir şey yaparım diye korkarım” derdin… Beraber tutardık hep senle…

Sonra, seni en son sağlıklı gördüğüm gün, İren idrar yolu enfeksiyonu olmuştu, hastaneden çıkıp size gelmiştik, kapıda karşıladın, “Çabuk çabuk çocuk üşütmesin” diye içeri aldın bizi…

Ertesi sabah, dersten çıktığımda bir sürü cevapsız vardı telefonumda, “Bir şey oldu” dedim, aklıma sen gelmedin önce, eve geldim, seni hastaneye kaldırmışlar bile, ancak akşam gelebildim yanına, önce abimi gördüm, ağlıyordu, sonra seni gördüm, tutamadım kendimi, keşke senin kadar güçlü olabilseydim yanında… Sık sık gelirdim yanına ama bazen de sen çağırtırdın, özlerdin herhalde, belki de son görüşlerin olduğunu biliyordun ondan hep yanında istiyordun bütün torunlarını…

Eve çıktın, hemen İren’i getirdim sana, 5 dakika gördün, o senin yanağını sevdi, sen ona yine yaşlı gözlerinle baktın…

Bir gece uykudan babamın ağlamasına uyandım ve “DEDEM” diye fırladım yataktan… Artık bitmişti biliyorum… Sabah son kez evinden çıkmadan gördüm seni bir kez daha, melek olmuştun, bembeyaz bir melek!

Nur içinde yat, huzurla uyu, ruhun şad, toprağın bol olsun demekten başka yapacak hiçbir şeyimiz yok artık!


Bizlere, bana kattığın her şey için sana minnettarız dedem, seni hala çok seviyor ve çok özlüyoruz…

1 Şubat 2016 Pazartesi

Tuvalet Eğitimi

3 yıl 8 aylık annelik tecrübemde beni en çok zorlayan dönem tuvalet eğitimi oldu…

Yeni başlayacak annelere kolaylık ve sabır dileyerek, geçen süreci paylaşmak istiyorum…

Doktorunuzdan ya da internetten bu dönemde neler yapılacağını bilgi edinebilirsiniz, biz de öyle yaptık başlarda ama bu öğretiler tamamen teorik kalabiliyor, o yüzden ben kendi yaşadıklarımı anlatarak anneleri bilgilendirmeyi tercih ediyorum…

Öncelikle, İren’e şarkılı türkülü bir lazımlık aldık, yani o kadar sempatik bir şey ki tuvaleti olmasa da insan oturmak ister hani, öyle düşündük…


İlk sabah, bezi çıkarırken olaya hazırlama konuşmaları yapıldı; sen büyüdün, bugün bunu birlikte atıyoruz; bizimki bir heyecanlı bir hevesli, o hevesle zaten ilk gün bir kez bile altına kaçırmadı…

Ben saat tutarak tuvalete götürüyordum, kahvaltı yaptı şu kadar şey içti yaklaşık 2 saat sonra tuvaleti gelir gibi öngörülerle, zaten birkaç gün içinde ortalama kaç saatte bir yaptığını çözebiliyorsunuz. Bu arada, 2 yaşından sonra ideal deniyor, biz 2,5 yaşını aşmıştık, yaz tatilinde daha küçük olduğu için denemedik, Şubat tatiline denk getirdik; kışın daha zor, havalar soğuk, yazın başlasaydın diyenler oldu tabii ama sıcak evin içinde herhangi bir hastalığa sebep olacak bir durum görmedim ben.

Evet, ilk gün o kadar harikaydı ki, “Ooo bu iş oldu, millette ne abartmış” dedim mi, dedim, demez olaydım!

İkinci gün bambaşka bir İren vardı, tuvalete gitmek istemiyor, gitsek oturmuyor, kaçıyor, ağlıyor, evin her noktasına şar şar salıyor; bir elimde bez, bir elimde çamaşırlar, peşinde delirmek üzere koşuyorum… Tabii, bana yardımcı olmak için anneanne ve dede de yanımızda, her kaçmak istediğinde ciyak ciyak “Dedeeeee, anneanneeee, yapmııcam, ben buraya yapıcaaammm”…

3. gün artık herkes birbirini yemeye başladı, o sinir, stres, gerginlik İren’e de yansıdı tabii…

Altına kaçırmadığı her sefer sticker yapıştırması için tuvalete kartonlar asıldı, bu sefer de oyuna döndü iş, girdi çıktıya bile sticker yapıştırır hale geldik…

Sonra, hayatımın kurtarıcısı Pepee’nin o meşhur “Çişimiz tuvalete, kakamız tuvalete…” şarkısını buldum, her tuvalete gidişimiz bu şarkıyla, elele, dans ederek olmaya başladı ve bir haftanın sonunda küçük tuvaleti çözdük, tabii hemen ardından daha büyük bir sorun olan büyük tuvalet başladı…

Çocuğun kakasını yaptığını herkes anlar zaten, o surat değiştiği anda, hadi hadi desek de, İren keçisi kesinlikle gitmek istemedi tuvalete, yani altına bez takmayı bile beklemeden direk yapıyordu, ee çocuk biliyor, bezi attık, artık yok dedik, bir daha taktırır mı onu??

Yine tuvalete gitmeme krizleri yaşanmaya başlayınca, sonunda lazımlığı salona taşıdım, tv karşısında, elinde oyuncakları ile oynarken alıştı oturmaya, ama yine yapmıyordu, bekle bekle bekle, “Anne kakam yok”, tam kalkar yine kendi bildiği gibi yapar…

Tabii, olmaması gerekse de, bir süre sonra izin vermeye başlıyor insan, tuta tuta başka türlü bir bağırsak sıkıntısı olmasın diye… Yaklaşık 3 ay o kaka hep İren’in istediği şekilde yapıldı…

Bir gün, büyük anneannenin evindeyken, kendi söyledi geldiğini, burası bizim evimiz değil, yanımızda yedek çamaşırın yok, pis gezersin gibi bir konuşma yaptım ve tuvalete gitti, hem de lazımlığı olmadan, büyükler gibi yaptım diyerek de çıktı, yani bu kadarmış! Bilseydim her gün büyük anneanneye götürmez miydim?

Gelelim gece ki duruma! İlk başta her ikisine birlikte alışsın diye, gece uyandırıp götürüyordum ama o kadar huzursuz oluyordu ki, kıyamazsınız, yani ben kıyamadım, ağlıyor, uyuyacağım diyor, bu yüzden gece tuvalet işini yaza bırakmaya karar verdim. Uzmanların söylediği gibi, ‘o uyuduktan sonra bezle, sabah o uyanmadan bezi çıkar’ sistemi bizde hiç işe yaramadı, çünkü İren bezli olduğunu anlıyordu, sabah o uyunmadan bezi çıkarırken kaç kere açtı gözünü de yakalandım, dikmiş gözünü bakıyor, “Beziiimmm, beziiiimmm” diye bağırıyor, nasıl kıvıracaksın, kıvıramadığım için de doğruyu söyledim…

Tabii, yaza bırakalım dediğimiz süreci de uzatmak zorunda kaldık çünkü yine aynı ağlamalar huysuzlanmalar…

Normal tuvalete alışmasından tam bir sene sonra, yine bir Şubat tatilinde gece tuvaleti eğitimine başladık, evet şu an tam o dönemdeyiz, yaş 3,5’u aşmış, doktora uzmana kalsa çok yanlış bir şey ama İren de şuanda hazır buna. Belki, daha önceleri zorlayarak deneseydik yine öğrenecekti ama hem kendi hem de bizler daha sıkıntılı bir süreç yaşayacaktık. Bir haftadır 2 kez yaşadığımız kazadan başka bir sıkıntı çıkmadı, uyandığında huysuzluk yapmıyor, “Anne sende gece mi kalkıyorsun?”, “Tuvaleti gelince babamda mı uyanıyor?” gibi sorular soruyor, her seferinde onunda artık büyüdüğünü, büyükler gibi gece uyanıp tuvalete gitmesi gerektiğini söylüyoruz. Ve tabii yine en sevdiği şeyi yapıyor, her kuru kalktığı sabah okul ajandasına bir sticker yapıştırıyor, 8 Şubat’ta öğretmenine gösterecek…  
Özetle diyeceğim şu ki, ister gündüz ister gece olsun, ister küçük ister büyük tuvalet eğitimi olsun, başta çocuğun (yaşı önemli değil) gerçekten hazırbulunuşluğu tamsa ve bu işle ilgilenecek kişi de (anne, anneanne, bakıcı…) psikolojik olarak bu sürece hazırsa tuvalet eğitimine başlanmalı. Bir de hep dediğim gibi ne kadar az ses o kadar tek otorite, bu süreçte sadece tek bir kişi çocukla ilgilenmeli… İşin en önemli kısmı SABIR, SABIR, SABIR…


Ve ufak bir not; yeni doğduklarında nasıl 3 saatte bir emzirmeye kalkıyorsa anneler, bu süreçte de tuvalete götürmek ya da kontrol etmek adına zırt pırt uyanmak zorunda kalıyorsunuz, uyanamadığınızda da az önce bahsettiğim o kazaları yaşıyorsunuz!

20 Ocak 2016 Çarşamba

Okul Güncesine Devam

Bir önceki yazımda okula başlama ve alışma sürecimizi, İren’de ki olumlu değişimleri paylaşmıştım. Şimdi, bu süreçte İren’de gözlemlediğimiz olumsuzlukları ve bunlarla başa çıkma yollarından biraz bahsedeceğim...

Böyle bir minikle uyunmaz mı?
Öncelikle, babanın değişen çalışma saatleri tam bu döneme denk geldiği için, dede de artık eskisi kadar sık gelmediği için İren’le başbaşa kaldık, aslında bu benim işimi kolaylaştırdı çünkü ne kadar az ses o kadar tek otorite… Ama İren açısından bir kaygı yarattı bu durum sanırım ve bir gün benimle uyumak istediğini söyledi. Normalde hep tek başına uyuyan; aramıza gel keyif yapalım, biraz mıncıklayalım dediğimizde bile pas vermeyen bir çocuk eğer birlikte uyuma talebinde bulunuyorsa mutlaka bir sebebi vardır diye düşündüm ve kabul ettim. Her ne kadar koca yatağı o kaplasa da, hayatımın en masum en huzurlu uykularıydı taa ki bir gün öğretmeni İren’e nerde uyuyorsun diye sorana kadar :(

Sorun benle uyuyor olması değil, İren’in doğruyu söylemek yerine öğretmeninin duymak istediği cevabı vermesiydi: “Kendi yatağımda!”

Bundan birkaç gün önce de, İren, ona vuran bir arkadaşına neler yaptığını anlatıyor: “Bende ona vurdum, masanın altından öbür legoyu aldım, kafasına vurdum!” Bu cümleleri babaya kurarken bana olayı olduğu gibi anlattı.

Yani, mümkün mü arkadaşı vurduğu için ağlayan İren masa altına girecek legoyu alacak gidecek o da vuracak, bu süreçte de öğretmen müdahale etmeyecek…

Bu bıdık, bildiğiniz nabza göre şerbet veriyordu resmen…

Neyse ki, öğretmenleri ile aynı dili konuşabiliyoruz, kaygılarımı anlayışla karşılayıp çözüm üretiyorlar. Bir ay boyunca her pazartesi baba ile beraber birebir görüşmelere katıldık, İren’i doğru bilgi vermesi için nasıl yönlendirebiliriz konuştuk.

Öncelikle, ilk yapılacak şey okulda verilenleri evde de sürdürmek, yani öğretmeni “doğru bilgi verir misin” derken, bizler “yanlış bilgi verdin” demeyeceğiz mesela.

Tabii, bu birebir görüşmelerde daha birçok şey çıktı. Mesela, İren’de bir arkadaşına tekme atmış, bunu duyunca çok şaşırdım, biz hiç konuşmadık, öğretmenleri gereken uyarıyı yapmışlar ve bir daha da böyle bir olay yaşanmamış.

Bir de en çok okulda tek başına yaptığı şeyleri evde de yapabileceği konusunda durduk, ki bu konu beni değil baba ve dedeyi ilgilendiriyordu; dede de görüşmeye çağırıldı ve yemeğini kendi başına yemesinden, tuvalete tek gitmesine, oyuncaklarını toplamasından, giyinmesine kadar her şeyi tek yapabildiği anlatıldı.

Bizde şöyle oluyor; İren benleyken her şeyi tek yaparken, dedeye tüm nazı geçtiği için, “Dede sen yediiirrr, dede sen tuvalete götürrrr” ler başlıyor… İren başlatmasa da, babam başlatıyor; “Kızım, ben yedireyim mi sana, gel biraz suyundan iç, aç ağzını” gibi şeyler o kadar sık yaşanıyor ki doğal olarak çocuk kiminle ne yapıp yapamayacığını öğrenmiş durumda. Ee, haliyle bende bu ikilikten rahatsızım!

Neyse, diyeceğim şu ki, biz yetişkinler, özellikle de anneanne-dedeler kıyamıyorlar torunlarına, sonsuz bir sevgi besliyorlar, ama zaman zaman bu aşırılık çocuk için zarar oluşturabiliyor; işte bunun önüne geçebilmek için çocuğun etrafındaki herkes, anne-baba-dede-anneanne-babaanne aynı dili konuşmalı, bunu da o yaşta ki insanlara kabullendirmek biraz zor oluyor, neyse ki, bu konuda da öğretmenlerimiz bize çok destek oldu.

Çiçekler boyandı.
Yalnız uyuma konusuna gelince; ilk denemede ben kıyamadım ona. Tam bir saat başında bekledim iyice dalana kadar ve 10 dakika sonra kontrole gittiğimde uyanmış oturuyordu yatakta; yanıma gelmeyi bırak, seslenmedi bile… Onu öyle tek başına karanlık odada görünce içim parçalandı ve yine yanıma aldım… Daha sonra çiçek boyama yöntemi ile 15 günde çözdük bu işi, o çiçekler sınıfa asıldı, arkadaşları alkışladı filan derken artık tek uyuyor ama itiraf ediyorum, bazen öğlenleri o uyurken yanına gidip uzanıyorum, kokluyorum, seviyorum onu, ne de olsa uyurken görmüyor beni :)

Arkadaş ilişkilerinde ise, okulla ve arkadaşları ile ilgili her şeyi anlatıyor evde. En yakın arkadaşları erkekler genelde çünkü İren diğer kız çocukları gibi bebek, evcilik hiç oynamadı, onun ilgisi hep araba-tren-uçak gibi oyuncaklarda oldu, doğal olarak ortak paydayı erkek çocuklarda bulduğu için onlarla kanka!

Artık evcilik oynayabiliyor.
Onu sınıfın diğer grubuna katmak için, öncelikle evdeki arabaların sayısı azaltıldı, okuldakine benzer bir bebek evi alındı, tabii hep oynadığı arkadaşlarından uzaklaştırıldığının farkına varınca, diğer arkadaşların onlarla oynamadığın için üzülüyorlar, biraz da onlarla vakit geçirsen iyi olur gibi yaklaşımlarda bulunuldu. İşe yaradı, ama halen kankaları erkek çocuklar, en sevdiği oyuncak araba... Bazen, evde “Anne, benim arabalarım kayboldu” diyor.

Bir de duygusal değişikliklerimiz var, bunu da sonra yazayım bari, yatıyoruz kalkıyoruz hep aynı ismi sayıklıyoruz :)



Artık gerisini siz düşünün!


19 Ocak 2016 Salı

Okula Başlangıç

İren’in okul macerası nasıl başladı?

Bir öğretmen olarak, hep istedim ki İren gözümün önünde olsun, okula birlikte gelip-gidelim…

Eski okulumda 3 yaş grubu açılmayacağını öğrenince, önce dışardan birkaç okul baktım ama içime sinen olmadı. O zaman dedim ki, İren’i okutmak isteyeceğim okullara başvurayım, aslında iş değişmeyi hiç düşünmezken; ee annelik fedakarlık malum!

Sonra 10-15 gün içinde hızla şimdi çalışmaya başladığım kurum ile anlaştım ve akabinde İren’in kaydını yaptırdık. O gün, eve dönerken arabada hüngür hüngür ağlıyordum, onun geleceği için atılmış büyük bir adımdı bu.

Kayıttan önce, İren’in, okulun psikoloğu ile görüşmesi gerekiyordu, tek girmek istemediği için bende yanında girdim ve ilk soruya verilen cevapla dumura uğradım.

“İren, senin kardeşin var mı?”
“Var, Enes, Öykü, Buğra”
“Sizle mi yaşıyorlar?”
“Evet”

Sonradan öğrendim ki, bu yaş grubunda kardeş-arkadaş ayrımı yapamadığı için, apartmanda kim var kim yok saymış bizimki…

Kayıt bitti, yaz tatili, ardından okula hazırlık, formalar alındı, bir mutlu bir heyecanlı görmeyin;

“Anne gibi okula gideceğim”, “Seni görmek istersem beni Gaye Hanım’a götürün derim”

Evde okul formasını denerken
nasıl da mutlu!
Tabii, bu sürecin bu kadar kolay olmayacağını biliyordum. Öncelikle, en büyük aşkı dededen ayrılmak çok zor gelecekti ona, bunun önüne geçmek için oryantasyondan bir hafta önce dedeyle görüşmeler azaltıldı; okula geleceği ilk gün baba ve anneanne ile gelmesi gerektiğinde hem fikir olduk. Ben malum, kendi dersimde…

Oryantasyonun ilk günü, ilk gözyaşları.
Oryantasyonun ilk günü, boş saatimde yanına indim, babayla oturmuş oynuyor, diğer çocuklarla asla muhattap değil, biraz onlara yaklaştırmak amacıyla babayı ekarte etmek lazım ama baba gözden kaybolduğu anda İren deli gibi ağlamaya başladı.

Sonra, babanın da gelmemesine karar verdi öğretmenlerimiz, kolay ayrılabileceği biri olsun dedik, o da anneanne oldu; kadıncağıza hayatının en zor gününü yaşattık böylece, hala anlatırken gözleri dolar.

“O çocuk, 3 saat paçama yapışıp dudakları titreye titreye ağladı, vermesek okula, çok mu acele ediyorsunuz?”

Ben, evin kötü polisi, baktım böyle olmayacak, 3. gün İren’i okula ben soktum, tuvaletimizi yapalım diye girdik, çıkarken de kapıda kucağımdan aldı öğretmeni; bu da benim en zor günüm oldu böylece, parmaklarını tek tek ayırdık bluzumdan, “Anne, anneanne” diye feryatlar… Annem arkada, İren’i görmüyor ama sesini duyup ağlıyor, ben gayet tepkisiz, sonra gizlice baktım elini tutmuş öğretmeninin, ağlamada kesilmiş, gidiyor sınıfına…

Sonrasında bende film koptu tabii, ağlaya ağlaya sınıfıma çıktım.

Aradan biraz zaman geçti, ve sabah feryat eden çocuk, ağlayan diğer arkadaşlarına;

“Ağlama, annen gelip alacak” diye telkinlerde bulunmaya başlamış.

Bunu duyunca tabii dünyalar benim oldu.

İlk iki hafta öğlen çıktı okuldan, uykuya kalmadan.

Sonra, normal düzene geçtik.

Bu arada, çok küçükler, insan kıyamıyor gerçekten; lobide bekleyen anneler, ara ara çıkıp annesini gören, ağlayan minikler… Bizim, en büyük şansımız, bu da tamamen tesadüf oldu aslında, İren’e lobide anneannenin beklediğini söylememek oldu, yani gidecek, kaçacak bir noktası yok, mecbur orda kalıp öğretmenlerine güvenmek zorunda.
İren, arkadaşlarından ayrı, parkta
tek başına oynarken.

İlk başlarda, sınıfın bir köşesine geçip gözlem yapmış; kimseyle konuşmayan, hiçbir oyuna katılmayan bir tablo çizse de sonrasında baktı ki korkulacak bir şey yok, hemen alışıverdi. Ve bizde ona verdiğimiz sözü hep tuttuk; öğlen yemeğinden sonra anneanne alacak seni, uykudan sonra biraz ders yapacaksın ben hemen alacağım seni gibi gerçek durumlar ve gerçek sonuçlar sunduk ona.

Yaklaşık bir ay böyle geçerken, bir gün yemekhanede karşılaşmamız ile film başa sardı…

Ağlıyor, yanına gidemiyorum, sonrasında öğretmeni getirmişti, bir öpücük kondurdum ona ve akşam bu durumun olabileceğini, onun kendi arkadaşları benim de kendi arkadaşlarım ile yemek yememiz gerektiğini anlattım, sorun kalmadı.

Portfolyo sunumu belgemiz.
Tabii ki, 3 yaşında bir çocuktan akademik bir beklentimiz yok, önemli olan onun düzene kurallara alışmasıydı, bunu da sağladık. Artık, yemekte, uyku saatinde, banyoda sorun çıkarmıyor, ellerimizi yıkamamız lazım, şurubu içmemiz lazım gibi söylenen her şeyi itirazsız yapıyor. Bunun yanı sıra, bir sürü şey de öğrenmiş; portfolyo sunumunda gördüklerim karşısında bir ben değil, tüm aile, hatta öğretmenlerimiz bile, gözyaşlarımızı tutamadık.

Daha sosyal, arkadaşları ile oyunlar oynayan (eskiden çok yabaniydi, çoook), yabancı birisini görünce ağlamayan, evde kendi sorumluluklarını yerine getiren bir çocuk oldu, bende bu haline bayılıyorum çünkü artık evi ben değil, İren topluyor, sofrayı kurmama yardım ediyor, çamaşır bile topluyor yani o kadar diyeyim :)

İşin şakası bir yana, eşim ve dedenin tüm itirazlarına rağmen iyi ki okullu oldu İren! Artık, onlarda İren’de ki değişimin farkında ve yaptığı her şeyi gururla izliyorlar.


Çok uzun bir yazı oluyor sanırım, tabii her şey böyle toz pembe olmayabiliyor zaman zaman, İren’den hiç beklemediğimiz davranışlarda sergiliyor, bunları daha sonra paylaşacağım, şimdi okulda geçen güzel anılardan bir demet sunuyorum :)

Okul çıkışı, İren'in deyişiyle "Annenin sınıfı", bölüm odasında.

Yorgunluktan bayılmış halde eve yolculuk.

                                                         


Halloween Party
Florya Atatürk Köşkü Gezisi.

Öğretmenler gününde, Civcivler Sınıfı
 Gözde ve Gizem Öğretmenle.

                                    
                                       Yılbaşı kutlamaları.