4 Haziran 2015 Perşembe

Happy 3rd Birthday!

3 sene önce son gecendi karnımda, dünyaya gözünü açtın, büyürken beni de büyüttün; içimdeki sevgiyi, sana özlemimi, sabrımı, uykusuzluğumu, herşeyimi büyüttüm senle... Anne oldum; öğrendim, bir insanın başka bir insanı karşılıksız ne kadar sevebileceğini, hayatta kendi canından daha kıymetli bir can olabileceğini öğrendim, bu yüzden her gün koşarak geldim sana... Çıkaramadığın gaz beni şişirdi, yemediğin yemek boğazıma dizildi, gözündeki yaş içime aktı, ateşin beni yaktı; sen yürüdün ben koştum, sen bir 'anne' dedin ben bin 'anne' duydum, gülüşünle kahkahalara boğuldum... Sen iyi ki doğdun İREN, iyi ki yaşattın bu tarifsiz duyguyu, iyi ki benim oldun, bizim oldun... Elele, gözgöze, kokunla ve tüm cadılığınla :) beraber, hiç ayrılmadan daha nice yaşların olsun, sağlıkla büyü bitanem... SENİ ÇOOOOOOK SE-Vİ-YOR-UM 

7 Mayıs 2015 Perşembe

Zorlu Çocuk Tiyatrosu Sınıfta Kaldı!

Aslında sınıfta kalan tiyatro değil, işletme!

Zorlu Holding, aslında çok anlamlı bir sosyal sorumluluk projesi geliştirmiş; “Tiyatro görmeyen çocuk kalmasın” diyerek, sene boyunca yaptığı etkinliklere ücretsiz davetiye veriyor, bunların çoğu vakıflara verilse de, oyun tarihinden 15 gün önce Zorlu PSM’ ye erkenden giderek 4 adet davetiye alabiliyorsunuz.

Biz, geçen hafta sonu “Karlar Ülkesi” ne gittik, daha önce de “Kibritçi Kız Müzikal” ini izlemiştik İren’ le.

Tabii, işin içinde çocuk olunca durum biraz farklı oluyor, ilk gittiğimizde verilen aradan sonra tüm salon patlamış mısır yerken, “pısss” diye açılan kutu içecek sesleri çok tuhaf gelmişti bana; yani sinema değil neticede, sahnede onlarca kişi performans sergiliyor. İkinci gidişimizde (arada yaklaşık 1 ay var), bu uygulama kalkmış, arada satış yasaklanmıştı.

Tabii, ortamda çocuklar olunca, tahmin edersiniz ki, yetişkinlerin tiyatro izlemesinden epey farklı bir durum oluyor; sıkılan, ağlayan, çok sesli gülen ya da İren gibi sahnede gördüğü dekorla, kostümlerle, karakterlerle ilgili soru soran, yorum yapan, zaman zaman “Aaa, ooo, oleyyy, yaşasın” gibi tepkiler veren, su isteyen yüzlerce çocuk…

Şimdi gelelim esas konuya, yine İren’ in verdiği şaşkın tepkiler esnasında, yanımıza salonda görevli olan bir bey gelip, eşimi uyardı. Eşim sakin bir yapıya sahip olduğu için hiç tepki vermeden denileni yaparak İren’ e sessiz olmasını söyledi. Ben dayanamadım tabii (yakınen tanıyanlar huyumu bilir); görevliye “Tek ses çıkaran bu çocuk mu?” dedim, ve “Biz ulaşabildiğimizi uyarıyoruz” cevabını aldım. (Balkonda, en arka sırada çıkış kapısından sağa doğru 8. koltukta oturuyorduk).

“Yani, en arkada değil, 4-5 sıra önde otursak istediğimiz gürültüyü yapabilecek miydik?” deyince, “Bana söyleneni dile getirdim” deyip gitti görevli.

Çıkışta, ismini alarak, beni bir yetkili ile görüştürmesini istedim. Yetkili Hüseyin Bey, zahmet edip yanıma gelmediği için, 3 kat dolaşıp kendisini buldum ve olayı anlattım, aynı soruyu ona da sordum, ve “Ulaşabildiğimizi uyarmak” lafının bana çok saçma geldiğini, o kadar seste sadece bizi uyarmasının adil olmadığını anlatmaya çalıştım fakat kendisi sadece takım elbise giyerek beyefendi olacağını sananlardan olduğu için beni konuştuğumuz kapının önünde bırakıp gitti...

Bende, peşinden…

Operasyondan sorumlu bir bayanla görüştüm sonunda, gayet ılımlı bir şekilde karşıladı tepkimi, şansıma, Hüseyin Bey’le benim konuşmamı görebilecek mesafede olduğu için beyefendinin arkasını dönüp gitmesini de görmüş.

Bu yazının amacı, “Benim çocuğuma nasıl laf edilir?” tepkisi vermek değil, başta bir öğretmen olarak bunu yapmam zaten. Evet, her ortamın uyulması gereken bir kuralı var, iren’ de, diğer çocuklarda bunu öğrenmeli, aslında hata bunu öğretemeyen ebeveynlerde, ama karşımızdaki 3-6 yaş arası bir kitle, yaklaşık 90 dakika mum gibi durmalarını onlardan beklemek en büyük hata olur.

Zorlu’ da bu hatayı yapıyor işte ve kendi hatasına kılıf olarak da, “Sahnedekilerden, yönetmenden gelen istek bu” diyor, yani en arkada oturan İren’ in sesi rahatsız etti, diğer “ULAŞILAMAYANLAR” etmedi.

Madem böyle, o zaman oyun başladıktan yaklaşık 20 dakika sonra da sahnedekilerin konsantrasyonu bozulmasın diye, yönetmenin isteği ile salona bir ordu insan da alınmamalı, değil mi?

Ben bunları, görüştüğüm bayanla konuştuğumda, en sonunda, çalışan personelin daimi kadrosu olmadığını, onlar olsaydı böyle bir şey yaşanmayacağını, part-time çalışanlar olduğunu söyledi. İşinizi öğretmek gibi olmasın ama ben full-time, part-time anlamam, eğer üzerine “Zorlu Center PSM” yazılı o mavi t-shirtü giyiyorsa sizi temsil ediyordur. Part-time elemanınıza da, full-time olana verilen eğitimi vermek çok zor değildir herhalde.

Sonunda, konu hatamızı nasıl telafi edelime geldi ve gayet açık şekilde, yapılan bu sosyal sorumluluk projesine saygı duyduğumu ancak buradan güzel anılarla ayrılmadığımı belirterek, esas saygısızlığı sahnedekilere ve ağırladıkları misafirlere kendilerinin yaptığını, oyunla ilgili güzel olan her şeyi bir yanlış tutumla bitirdiklerini ve bunun da telafisi olmayacağını söyledim.

O gün ya da öncesinde, en arkada “ulaşılabilir“ olma sebebiyle ikaz edilen kişilerden birkaç tanesi benim verdiğim tepkiyi verip, yetkililere ulaşsa, bundan sonra başka bir çocuk ya da aile üzülmez diye düşünüyorum. Ama bizim toplumumuz da, “Aman, ben mi düzelteceğim” yaklaşımı ya da söyleneni ciddiye almayıp, kendi bildiğini okumaya devam etme alışkanlığı olduğu için bunun nerdeyse imkansız olduğunu da biliyorum.

Burada, projenin anlamını, oyunların içeriğini, geçirdiğimiz keyifli zamanı paylaşmak isterdim. O da, başka sefere kalsın!


Kafamda aynı sorularla günüme devam edeyim o halde, “Uyarı neden tüm çocuklara değil de sadece ULAŞILABİLİR olanlara yapılıyor?”, “ULAŞILABİLİR olan 1, 5, 8, 10 çocuğu uyarınca salonda derin bir sessizlik mi oluyor?”, “Rahatsız eden sadece ULAŞILABİLİR olan arka sıra mı?”, “ULAŞILABİLİR arka sıra susunca, sahne konsantrasyonu mu sağlanıyor?” ve bu eften püften bahanelerin arkasına sığınmak yerine neden “Biz işgüzarlık ettik” denmiyor, en azından daha gerçekçi olurdu sevgili ZORLU! Gerçekten de “ZORLU”!

1 Mart 2015 Pazar

Romeo&Giulietta

Shakespeare’in yüzyıllardır değerini yitirmeyen Romeo&Giulietta’sı, eserin geçtiği İtalya’da yeniden can bulmuş ve bir Cuma akşamını unutulmaz hale getirmiş.

Gidilip görülesi, izlenip hayran olunası bir şov izledim dün gece ve blogda ilk kez İren’siz bir etkinliği paylaşmaya karar verdim. 

Yönetmen Giuliano Peparini'nin Romeo&Giulietta’sı 3 boyutlu sahne değişimi, modern kostümleri ve danslarıyla, klasikten uzak ama bir o kadar esere sadık kalınarak ortaya konmuş ve ‘İyi ki gelmişim’ dedirten bir müzikli gösteri olmuş…

Romeo’yu, X Factor yarışmasında 3. olan 23 yaşındaki Davide Merlini, Giulietta'yı ise 21 yaşındaki Giulia Luzi canlandırıyor. Başrollerden anlaşılacağı üzere ekip oldukça genç…

Jean pantolonlu Romeo, düz beyaz bir elbise içinde Giulietta… Hepimizin merakla beklediği balkon sahnesi, bu kadar yalın mı anlatılırmış, evet anlatılırmış…




Hafızalara yer eden sahnelerin zamanlaması özellikle düşünülmüş ki akıllardan çıkmasın… 

Perde açılır açılmaz, sesine ve sahne performansına vurulduğunuz Leonarda Di Minno (Principe Escalus) karşılıyor sizi Verona şarkısıyla; perde kapanmadan hemen önce Romeo ve Giulietta’nın sisler içinde evlenmesi, Giulietta’nın öldüğünü en yakın dostuna nasıl söyleyeceğini düşünen Benvolio’nun çaresizliğini ifade edişi, Romeo’nun Giulietta’sına vedası, Giulietta’nın kendini hançerlemesi…


 


Tüm bu önemli sahneler, kusursuz dekor ve kostümlerle, muhteşem seslerden dinlenen İtalyanca şarkılarla bezenmişti…





Oyun yaklaşık olarak 3 saat sürüyor; dekor, ışık, kostüm, sahne değişimleri, danslar vs. kısaca şovu bir yana koyarsak, 3 saate yakın aralıksız sergilenen performans bile başlı başına ayakta alkışı hak ediyor diye düşünüyorum.




Bugün Romeo&Giulietta aşkının İstanbul'da ki son günü, yani görmek için hala bir şansınız var... 

Oyun ile ilgili detaylı bilgiyi www.romeoegiulietta.it adresinden alabilir, videoları izleyebilirsiniz. İstanbul'da ki seyirciden çok mutlu olduklarını ve geniş kapsamlı bir Türkiye turu düşündüklerini açıklayan ekibi tekrar izleme şansımız olur umarım. 

Son sözlerimi Zorlu PSM için yazmak isterim; mimarisi ve çalışanlarının nezaketi ile Avrupa standartlarına sahip bir salon olmuş, bu açıdan tebrik etmek gerek ancak oyun başladıktan yarım saat sonra bile salona girenler oldu... Evet, böyle bir yapıya sahibiz maalesef milletçe ama işletme bu konuda katı davranırsa insanlarda geç kalmamayı öğrenir belki...





10 Şubat 2015 Salı

İren'le Diyaloglar -4-

Bu seri hızla devam ediyor ama ben tembellik yapıp yazmadığım için arada unutulup atlanan çok şey oluyor tabii… Birkaç ufak ve kıymetli anı daha :)

Bizimki öğlen uykusunu bırakalı çok oldu; arkadaşı Enes öğlen uykuda olduğu için görüşemedikleri bir gün:
“Enes uyuyoy, bu saatte uyunuy mu, ben uyuy muyum, sen uyuy musun? İslayim (İsmail) Amca uyutuyoy, hep uyutuyoy, olmazzzzz!”

Tuvalet eğitimi ayrı bir yazı olacak ama bu dönemde gözümün içine baka baka altına yaptığında, ‘Annecim, beni çok üzdün, ben yorgunum, şimdi buraları temizleyeceğim, çok üzüldüm çok’ dedim, demez olaydım! İren hüngür hüngür ağlamaya başladı ve:
“Annecim, üzmiicem seni, annem, küsme, tuvalete yapcam, üzmiicem, söz.. Bayışalım..” dedi ve içimi eritti :(

Tabii akşam eve gelen dedesine, parmağını sallaya sallaya, beni “Anne beni kızdıyttı” diyerek şikayet etti. Halbuki ben her şey değişecek sanmıştım!

İnatlaşırken;
‘Çok yaramaz oldun.’
“Yayamaz diiilllll.”
‘Tamam, yaramaz değilsin.’
“Yayamaz diiil diiilimmmm.”
‘Nesin peki?’
“Yayamazım!”

Telefona mesaj geldiğinde:
“Annem, teyefofuna mekaz geldi!”

Bir de, huysuzlaştığında istediği şeyi mızıl mızıl söylediği zaman,  ‘Düzgün söyleyebilirsin, güzel istersen izin veririm zaten’ dediğimde o ses hemen değişiyor ve:
“Bunu alabiliy miyim? İzin veyiyo musun annem?”

Genelde kendi işini kendi görmeyi sever benim kızım, yanına yardıma gidildiğinde:
“Ben kendim yapayım, sen git bakiiim…”

En çok yaşanan ve çok güldüğüm son bir şey; İren bize sesleniyor, o sırada kendi aramızda konuşmaya devam ediyoruz:
“Sana diyoyum, annem, babam…”
Bizden hala tepki yok;
“Gaye, Yıza…”
Sonunda İren’in sesi yükseliyor:
“Heyyy, sana söylüyoyum, duymuyo musun, anlamıyo musun, olmaz ki, olmazzzz…”


Atarlı ve çeneli bebek!!