Yas üzerine yapılan çalışmaları okuma, bu konuda araştırmalar yapma, bir şeyler öğrenme, öğrenirken içinde bulunduğum süreçle ilgili aslında farkında olmadan yaptıklarımın, verdiğim tepkilerin, düşüncelerimin içsel bir yol arayışı olduğunu keşfetmek süreçte bana iyi geliyor.
Maalesef, ölüm ve yas konusunda genel olarak bilgisiz bir
toplum olduğumuzu görüyorum. Aslında bunun en büyük sebebi, ölüm gerçeği ile
yüzleşmekten kaçınmamız. Keza, 3 ay öncesine kadar bende bu gerçekten kaçınan
biriydim. Bunun için kendi çapımda da olsa, yas sürecini yaşayanlara/ileride
yaşayacak olanlara belki küçük bir fayda sağlarım diye düşünerek “Yas
Günlükleri” nin 3. yazısında “Özdeşim” konusunu ele almak istedim.
Sevdiğin birini kaybettiğinde, hele ki bu evladınsa, değil
başa çıkmak yüzleşmek bile zor geliyorsa, etrafındaki insanlar destek olmak
için neler yapabileceklerinin izini sürmeye başlıyorlar. Akla ilk gelen ilaç
alınması. Bazı kulaktan dolma bilgiler veya edinilen tecrübeler ile tavsiyeler
veriliyor ama bu acıyı yaşayan kişinin ne istediği ya da neye ihtiyacı olduğu sorulmuyor.
O gün 9. katta
doktorların odadan çıkıp tedirgin gözlerle bakmaları, beni ısrarla acile alıp
sakinleştirmek istemeleri ile başlıyor bu “neye ihtiyacı olduğunu anlamama”
süreci. Ben hiçbir şekilde sakinleştirici, ilaç vb. almak istemedim. Ne o gün,
ne cenaze günü, ne de sonrasında. Kendi adıma, o şuurunu kaybetmiş haldeyken
aldığım en şuurlu kararın bu olduğunu düşünüyorum. Bu acının dışına
çıkılmayacağını bilmeme rağmen; yangının içinden geçmeden, o alev topuna
değmeden yanmaya alışamayacağımın farkındayım. Aklımı kaçırmayı, bir hastane
odasına kapatılıp boş duvarlara bakmayı ve bu gerçeği zihnimden silmeyi çok
isterdim. Olanı ve duyguları bloke etmek gerçeği değişir miydi peki?
Hayır. Bu yüzden, “bilinçli bir delilik”
diye tabir ettiğim süreci yaşamaktan başka çarem yok.
Hafta sonu, Prof. Dr. Vamık D. Volkan’ ın “Kayıptan Sonra
Yaşam” kitabında okuduğum bir bölüm beni 1 ay önce gittiğim ve o görüşmeden
sonra yaklaşık 10 gün kendime gelemediğim psikiyatristin ofisine götürdü…
Kitapta, yazar Daphne Du Maurier, 33 yıllık eşinin kaybından
sonra onun eşyalarını kullanarak destek bulduğunu şu cümleler ile ifade etmiş:
“Onun bazı şeylerini aldım. Onun gömleklerini giyiyor,
yazı masasında oturuyor, yüzlerce taziye mektubunu yanıtlamak için onun
kalemlerini kullanıyordum. Onun dokunduğu tüm nesnelerle özdeşim yaparak onunla
yakın oluyordum. En zor olan gecelere katlanmaktı. Sıcak bir şeyler içme
alışkanlığı, iki köpeğe verdiği şekerler, okuduğu dualar… Onun alışkanlıklarını
sürdürdüm. Çünkü bu da acıyı azaltıyordu.”
Psikolojide “özdeşim” kavramı olarak belirtilen bu durum, genellikle
sevdiğimiz kişinin gereksinim duyduğumuz yönlerini taklit ederek yaşamımızda
açılan boşluğu kapatma ve kendimizi sağlamlaştırma olarak açıklanmakta.
Kitapta, yas sürecinde özdeşimin taklitten daha fazlası olduğundan
ve kederi yatıştırma gücünden bahsediliyor. Sevdiğimiz bir kaybın özelliklerini
üzerimize aldıkça ona bağımlılığımızın azaldığı; yakınlık ihtiyacının
dışavurumu olarak bilinçdışı başlayan bu sürecin, sonunda kendi başımıza ayakta
durmamıza yardım edeceğinin altı çiziliyor. Demek ki özdeşim, yası
tamamlamamıza destek olan bir tür acı ile başa çıkma mekanizması.
Freud’ a göre özdeşim ayrılmayı uzaklaştırma çabasıyla başlamaktaymış.
Prof. Dr. Vamık D. Volkan’ a göre ise özdeşimler kaybettiğimiz kişiye yakın
kalabilmemiz için bilinçdışı bir arzuyla güdülenerek bir tür içsel hatıra gibi
işlev görmekteymiş.
Yazar Toby Talbot ise yastan çıkarken annesiyle yaptığı
özdeşimleri şöyle ifade etmiş:
“Hiç olmadığım kadar onunla doluyum. Şimdi ikimizi birden
temsil eden benim. Ben, artık ikimizin de geçmişiyim. Ben, annem ve kendimim.”
Gelelim benim özdeşim sürecime… Ve 10 gün kendime
gelemediğim psikiyatristin ofisine…
Yaklaşık 4 yıldır İren’ le aynı odayı paylaşıyoruz.
Yataklarımız ayrı, kendi alanlarımız var ama odanın birçoğu İren’ e ve onun
eşyalarına ait. Bu durumdan sonra ilk birkaç gün odamızda ve İren’ in yatağında
uyuyabilmeme rağmen, uykusuz gecelerim çoğaldıkça TV karşısında daha kolay dalabilirim düşüncesi ile koltukta uyumaya başladım. Psikiyatristle görüşürken
koltukta uyuduğumdan, odasını ve eşyalarını toplamadığımdan; çalışma masası, dolabı, yatağı
gibi büyük mobilyaları kullanmaya devam etmek istediğimden bahsettim. Kendisi
bana neden böyle istediğimi sormadan, odayı bir mabet alanından çıkarmamı, önce
ona ait eşyaları kaldırmamı, ardından mobilyaları değişmemi söyledi.
Bu ilk ve son görüşmemiz oldu.
Günlerce bana ne demek istediğini düşündüm çünkü ben dediği gibi odayı bir mabet alanına çevirmemiştim. En son bir akşam yemeğinde elimdeki çatalı masaya vura vura, “mobilyaları değiş” cümlesi bu kadar kolay ağzından nasıl çıktı, kederimi dolap raflarına kaldırıp uzaklaştırmam mı gerek diye düşünürken, hiç anlaşılmadığımı hissettim.
Kitabın “özdeşim” bölümünü okurken, farkında olmadan ne yaptığımı anladım. Aslında ben bilinçdışı, acı ile mücadele edebilmek için "özdeşim" yapıyormuşum. Hadi benim haberim yok, senin bir psikiyatrist olarak nasıl haberin olmaz “özdeşimden”?
Bu süreçte insan sadece anlaşılmak istiyor. Dünyanın en saçma şeyini düşünse bile karşı tarafın onu anladığını hissetmesi kaybına verilen önem aslında. Ben böyle bir talihsizlik yaşadım. Psikiyatristin İren’ e ait olan eşyalar için “at, yerine yenisini al” demesiyle kaybımın onun gözünde ne kadar basit, ne kadar değersiz olduğunu ekledim bir de yüreğimdeki yüke. Evet, belki ilerleyen süreçte somut bir şeylere ihtiyaç duymayacağım ancak kaybın bu denli başında onlara ihtiyacım var demek ki içsel olarak. Üstelik elimde kalan temas edebileceğim son şeyler bunlar.
O gün kulağından çıkan küpeleri kulağımda, saçından çıkan tokası bileğimde, saati kolumda. Keşke kıyafetleri ve ayakkabıları bana olsa da giyebilsem… Bugün 89. gün ve ben 89 gündür onun en son yattığı yastıkla, en son kullandığı pikeyle uyuyorum. Her gece üzerinden çıkan pijamasına, şortuna ve T-shirtüne sarılıyorum. Bunlar yas tutan kişiye iyi hissettiriyorsa ve yas literatüründe “özdeşim” olarak tanımlanan bu süreç var ise kim patolojik bir durumdan bahsedebilir ki? Kalemlerini, kalem kutusunu, laptop kılıfını, bilgisayarını, kullanabildiğim neyi varsa kullanıyorum. Kime ne? Bunlar, yas tutanı kötü mü yapar deli mi yapar? Ne yapar? Kaybettiğimiz kişi bizim için ne kadar eşsiz ve özelse, kaybın verdiği acıyla başa çıkma yöntemlerimiz ve mücadelemizde öylesine eşsiz ve özel.
Gaye hocam her yazınızı okuyorum. İnsanlar hiç bir zaman karşındakini tam anlamıyla maalesef anlayamaz. En çok sinir olduğum laflardan biri. Seni anlıyorum. Mümkün değil. Sen yaşamadıysan asla anlayamazsın. İstediğin kadar işin uzmanı ol mümkün değil. Ancak aynı şeyleri yaşayan biri anlar. Burada sadece dediğiniz gibi yanındayım hissini almak önemli. Siz ne zaman ne şartta yanınızda olmasını istersiniz çevrenizdekilerin….
YanıtlaSil