Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşım; neler yazacağımı merakla beklediğini, sanki arkası yarın gibi, ne zaman yazacak, yazsa da okusak hissiyatı oluşturduğumu söyledi. Bunun üzerine, genel olarak basmakalıp bilgilerle hareket edildiğini düşündüğüm ve şu an beni en çok meşgul eden “yas” üzerine bir seri oluşturmaya karar verdim.
(Böyle bir düşünce oluşmadan, serinin ilk yazısı olacağını bilmeden, yas üzerine kaleme aldığım satırları okumayanlar için linkini aşağıda paylaşıyorum.)
https://irenlehayat.blogspot.com/2024/09/yasn-iki-ay.html
YAS GÜNLÜKLERİ başlıyor…
İlk yazımda; yasın tanımı, bana göre yasın ne olduğu, yasın
aşamaları ve bu aşamalarda neler yaşadığımdan bahsetmiştim. İkinci yazının
konusu ise yasın çeşitleri… Yas; tipik yas, patolojik yas ve travmatik yas
olmak üzere üç çeşide ayrılıyor. Aslında, hangi çeşidi yaşayacağımız kimi
kaybettiğimiz, nasıl kaybettiğimiz, kaybımızın yaşı, kaybımızla kurduğumuz
ilişkilerimiz ve kişilik durumumuza göre şekilleniyor. Ben, kendimce travmatik
yas yaşadığımı düşünsem de, bunun içinde diğer yas çeşitlerinden parçalar
olduğunu görüyorum. Mesela, tipik yasa dahil olan kişinin günlük yaşama
dönebilmesi… Bunun gerçekleşmesi başlarda pek mümkün görünmemişti ancak
okuldaki arkadaşlarımın desteği ile zihnimin yetişemediği bir hızla günlük
yaşama döndüm, tabii içimde kocaman bir boşlukla, eksiklerle, eskisi gibi
olmayan rutinlerle… Önceleri, kendimi herkesin her dediğini yapan bir robot
gibi hissetmeme rağmen yavaş yavaş kendi rutinlerimi oluşturmaya başladım… Bu geçiş
sürecinde yeni bir ben tanımaya başladım… Gündüzleri işine devam eden;
akşamları ise çöken karanlık ile gündüzden farklı olarak göz yaşlarına boğulan,
boş gözlerle boş duvarlara bakan, malum gerçekle her sabah uyanarak tekrar
tekrar karşılaşmamak için uyumak istemeyen bir ben… Günün iki farklı kuşağında
iki farklı role büründüğümü düşünerek bu çelişkili durumu tanımaya ve anlamaya
çalıştım haftalarca…
Sevdiğimiz birinin kaybı ile sadece o kişiyi değil,
gelecekle ilgili hayallerimizi, kimliğimizi, hayatın içinde onunla kurduğumuz
ilişkiyi dolayısıyla bu ilişkide ki rolümüzü, hepsini kaybediyoruz. Bu yüzden
aslında yas sadece gidenin arkasından tutulmuyor. Bu dünyada nefes almaya devam
edenler değişen ve bilinmez hayatlarının yasını da tutuyor. Bence, hayat tüm
anlamını yitirdi… Patolojik yas belirtilerinden olan yaşamı anlamsız bulma,
geleceğe dair amaç ve umutlarının olmaması, kayba bir an önce kavuşma isteği sık
sık dile getirdiğim düşünceler içinde yer alıyor.
Yas, ayrıca özgürlükte veriyor insana… Bu dünyanın
sıkışmışlığı içinde büyük lüks… Korkular, içsel ve ekonomik kaygılar, sağlık
sorunları… Bunların hepsi önemini öyle bir hızla yitiriyor ki insan kendini
hafiflemiş hissediyor. Bu duygu evlat kaybına has olabilir… Çünkü anne-baba-kardeş-eş
kaybında geride kalan bir aile, bir çocuk var ise insan ister istemez onların
düzeni için ayakta kalma, eski sorumluluklarını üstlenme durumuna gelecektir…
Benim kaybımda böyle bir şey söz konusu değil. Tabir-i caizse dünya yansa,
kıyamet kopsa umrumda olmaz...
Gelelim travmatik yasa… Bireyin fiziksel ya da duygusal bir
olay karşısında yaşadığı derin sarsıntı ve zorlanma durumuna; beden ve ruhun
bütünlüğünü tehdit eden ya da bozan olaylara travma denilmekte. Bence travma
içsel bir deprem… İnsanı sarsan, yerle bir eden… Enkazın altından çıkabilmek
için, yok olan hayatını yeniden inşa edebilmek için insanın kendi enkazını
kaldırması travma… Evet, ben her şeyim dediğim evladımı kaybettim… Bu depremden
geriye kalan enkazımı kaldırmaya çalışıyorum… Dünyanın adaletsizliğinin
ailemize denk gelmiş olması, yaşananlara engel olamamak, çaresizlik ve güçsüzlük
ile hissizleşme, umursamazlık gibi yeni duygular tanıyorum…
Yas, kişiye özel, ne zaman sonlanacağı, hatta sonlanıp
sonlanmayacağı belli olmayan bir süreç… Bu süreç benim için nasıl geçecek bilmiyorum…
Bildiğim tek bir şey var… Bir daha hiç kimseyi İren’ i sevdiğim gibi
sevemeyeceğim, sevmeyeceğim… Eğer bir gün tekrar dünyaya gelirsem hiç kimseyi
böyle sevmek istemediğimi çok iyi biliyorum. (Bu cümlelerim İren’ den bağımsız.
Eğer bir yerlerde tekrar İren’ in varlığı ile karşılaşırsam onu yine böyle çok
çok sevmek isterim.) Çünkü sevgi, bağ ne kadar çoksa acı ve özlemde aynı ölçüde
kavuruyor…
Ben en çok seni, sadece seni, hep seni seveyim isterim BALIM…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder