24 Kasım 2024 Pazar

Öğretmenler Günümüz Kutlu Olsun!

Benim mesleğim zor bir meslek.

Doktor, hastasını iyileştirir; avukat, ipten alır mahkumu; mühendis, binasını yapar; sanatçı, eserini sunar ama hiçbiri duygusal bir bağ kurmaz iş yaptığı kişiyle… Bizlerse, o bağ olmadan mesleğimizi yapamayız! Sevmeden yapılması mümkün olmayan bir meslek öğretmenlik.

Öğretmen, kendi evladının vaktinden çalıp, başkalarının çocuklarına verendir… Her akşam eve gelen iştir… İren bu mesleğin içine doğdu, mesleğimin bir parçası oldu.

Çalıştığım tüm kurumları onun alacağı eğitimi düşünerek seçtim. O, hep mutluydu okullarında. Çalışma koşullarından mutsuz olmamla birlikte 3 farklı okul gördü benimle. Öğretmenliğin ekonomik koşullarını Türkiye’ de yaşayan herkes aşağı yukarı bilir ancak kurumların çalışan öğretmenlerine sağladığı burslardan dolayı şanslıydım. Yoksa bir öğretmen maaşı ile tek başıma özel okulda çocuk okutmam imkansızdı. 

İren, son okulunu çok sevdi. Eskiden “Ben senin olmadığın okulda okumam.” diyen çocuk, bu okulu değişmeyi düşündüğümde “Sen gidersin, ben burada okumaya devam ederim.” der oldu. 

Biz her sabah evden ele ele çıkıp okula el ele girerdik. Benim odamda kahvaltısını yaptıktan sonra sarılır onu sınıfına uğurlardım. Gün içinde koridorlarda, bahçede karşılaşırdık. Her öğlen teneffüsü yanıma gelirdi. Yerimde yoksam “Annişkom, ben geldim, sen yoktun. Seni çok seviyorum!” yazan bir not bırakırdı masama. Okul çıkışında benim işlerimin bitmesini beklerken odamda ödevlerini yapardı. Sonra sabah geldiğimiz gibi el ele çıkardık okuldan. Okulda her yerde İren var benim için.

Bu talihsiz olaydan sonra okula nasıl gideceğimi düşündüm, istifa etmek istedim. İzin vermediler. Vefatından yaklaşık 10 gün sonra birlikte kahvaltı yapacağız diyerek okula çağırıldım, maksat beni bir şekilde okula sokmaktı biliyorum. Kendime “Eve girdiysen her yere girebilirsin.” dedim. Tüm arkadaşlarım bahçeden girdiğimi görünce ellerimden tutarak soktular beni içeri. İren’ in bana bırakmış olduğu notları astığım panonun olduğu odama birlikte girdik. İstediğim zaman çıkabileceğimi söylediler. Her gün beni kontrole geldiler, kahvesini alan yanımdaydı. Yavaş yavaş alıştım.

Sonra öğrenciler geldi. İlk birkaç gün yanlarına gidemedim, oysa ben hemen koridorlara çıkıp hepsiyle sohbet ederdim eskiden. Çalıştığım grup İren’ den 5-6 yaş büyük olmasına rağmen ona ihanet ediyormuşum gibi hissettim kendimi. Yanlarına gidemediğim öğrencilerim geldi yanıma “Hocam size dondurma aldık, hocam size kahve aldık...” diyerek. Bir de teneffüste gelip kontrol ettiler yiyip içtiğimi.

Sonra İren’ in arkadaşları, kalabalık gruplar halinde öğretmenleri ile yanıma geldi. Beraber ağladık, sarıldık. “Siz iyi olun lütfen!” dediler. İren gibi bale yapan bir arkadaşı sene sonu gösterisine davet etti beni. İren’ in hediye verdiği bir arkadaşı “Sizde kalsın ister misiniz?” diyerek İren’ den ona hatıra kalan hediyesini bana vermek istedi. Bütün 7. sınıflar İren oldu birden. Beni her gördüklerinde yanıma koşup sarılıyorlar. Biri ödevine İren’ in fotoğrafını koyuyor, biri şiirlerinde anıyor İren’ i. 40 duasında camiiye gelen arkadaşları bile var.

Ben doğum günümü kutlayamadım biliyorsunuz, hiç bir tebrik mesajı dahi almak istemedim o gün. İren’ in de yıllarca severek görev aldığı Cumhuriyet Bayramı töreninde inanılmaz zorlandım. Sevdiklerimizin kaybının ardından gelen her özel gün gibi, tüm özel günler yüreğimi kavurdu. Ama bugün öğretmenler gününü kutluyorum.

11 yaşından beri hayalini kurduğum, 20 yıldır severek yaptığım mesleğimi bırakmak istedim. Bugün, “Seninle gurur duyuyorum, sen çok iyi bir öğretmensin.” diyen kızımı dinliyorum.

Öğretmen, her öğrencisinin sevinçlerini ve acılarını taşıyandır yüreğinde... Her öğrencisinin hikayesini bilendir… Kimi ailevi problemler yaşar, kimi sağlık sorunları… Öğretmen, hepsini yüreğinde saklar…

Cenaze günü camiide, kendimde değilken sadece öğrencilerim yanıma geldiğinde kafamı kaldırıyormuşum. Büfeden aldıkları suları, İren’ in fotoğrafı ile iğne dağıtmışlar camiide… Kabristanda İren’ imin üzerine toprak atanlar olmuş. Meslek hayatımın en zor gününde, seneler önce mezun ettiklerim ile şimdiki öğrencilerim beraber acımı yüreklerinde taşımış. Tabut üzerine yıllar önce mezun ettiğim öğrencimin Galatasaray forması bıraktığını, yürüyemez haldeyken “Müsaade eder misiniz? Gaye Hoca’ yı ben tutayım.” diyeni, hatta İren’ in başında “Fatiha okuyabilir miyim hocam?” diyerek izin isteyeni hatırlıyorum. Ahhh… Eve gelip mutfakta servis yapanı, bulaşık yıkayanı…

“Benim çocuklar...” diyerek okulda olanları anlattığım bir gün İren “Senin çocuğun benim...” demişti içli bir ses tonuyla. Anlatmıştım ona güzelce ama uzun bir süre kıskançlık rüzgarı esmişti evde. Sonra “Benim okuldaki çocuklar..” oldu öğrencilerim.  

“Benim okuldaki çocuklar” nasıl sahip çıktılar annene? Benim kıymetli meslektaşlarım nasıl sarıp sarmaladılar anneni…

Ben, bu dünyada eksiğim ama canım öğretmen arkadaşlarım ve bu mesleği anlamlı kılan canım "benim okuldaki çocuklar" sayesinde yalnız değilim…

Öğretmenler günümüz kutlu olsun!

22 Kasım 2024 Cuma

Tutulmamış Yaslara...

Eve geldi. Ben salondaki beyaz koltukta yorgun düşmüş bedenimi dinlendirirken; O, anahtarını holdeki vestiyere bıraktı. Uzaktan uzağa konuştuk.

“Eskişehir’ e gidiyorum. Babam bana iş buldu. Amcamın yanında çalışacağım.” dedi.

Sustum. Fikrimin sorulmaması bir yana bu konu ile ilgili herhangi bir bilgim de yoktu.

“Öyle mi?” diyebildim sadece.

“Biz karar verdik.” diye devam etti. 

O “biz” de “biz” yoktu. Ben yoktum, kızım yoktu.

Eşyalar toplandı. Birkaç gün sonra bir akşam saati, kızımı babama bırakıp, otogardan yolcu ettim O’nu. Otobüs kalkmadan önce bir bankta oturduk. Gelecek planlarını anlattı. İşler istediği gibi olursa, ailece oraya yerleşecektik.

“Aile mi kaldı?” diyemedim. Dinledim sadece. Alışkındım bana bir pazar tezgahında satılan elmalar gibi hayaller satılmasına.

Günler, haftalar, aylar geçti… 40 gün boyunca telefonum hiç çalmadı. Sonrasını saymadım zaten. Ne de olsa, kırkı çıkmıştı.

En son hafızamda kalan, gittiğimiz bir kafede kızımın garsonlara “Baba, baba!” diye seslenmesi oldu.

Geri döndü bir gün, gidişi gibi ansızın. Hiçbir şey olmamış gibi davrandık.

Ben işte! “Sabır taşı olsa çatlar” denilen o taş var ya… O taş ben olsam çatlamazmışım.

Aynı eve hapsolmuş iki beden olarak birkaç yıl geçirdik. Önce onun bedeni sıkıldı bu zindandan. Tünel kazmaya başladı. Gördüm o tünelleri. Hepsinin kazılmasına tanık oldum. Zindana her geri dönüşü sanki hiç gitmemiş gibi kapıdan oldu.

Sonra benim ruhum sıkıldı. Kendime, onun özgürleşen bedenini değil, kızıma zaman ayırmamasını dert ettim. 

“Her akşam arayıp bugün okulda neler yaptın demek kaç dakikanı alacak. Beni aramanı beklemiyorum ama kızımı aramalısın.” dedim defalarca.

“İşim var.” dedi.

Vardı bir işi tabii, onu çoktan anlamıştım.

Bir gün kendimce bir protokol hazırlayıp koydum önüne.

“Olmaz!” dedi. “Boşanırsak hayatında hiç kimse olmayacak maddesini eklemen gerek. Ben kızımın bir başka adamla büyümesini istemem.”

Demek, halen, kızının kendisiyle büyüdüğünü sanıyordu.

Oysa, biz her akşam anne-kız, iki kişilik kuruyorduk soframızı. Beraber uyuduğumuz saate kadar, hatta sabah uyanana kadar evde ikimizden başka kimse olmuyordu.

Demiştim ya, alışkındım bana hayaller satılmasına diye. Boşanma protokolünü önüne koyduktan sonra, yeni hayaller satın aldım. Lüks bir restoranda yemek yedik bana yeni hayallerini pazarlarken. İstediğim marka bir çantaya doldurdum hepsini. Hatta istediğim semtte bir ev baktık, tutulmayan bilmem kaçıncı sözü kutlamak için!

Sonrası… 

Uzun zaman sonra ilk kez birlikte yapılan bir cumartesi kahvaltısında kopan fırtına! 

Üstelik, sofrada üç kişiyken…

Başımın arkasından üst üste yediğim yumrukları hatırlıyorum. O günü hatırlayınca, hala sızlar orası. Yere düştüğümde gördüğüm beyaz tavanı... Ancak dizlerinin biraz üstüne gelen boyu ile celladımın bacaklarını itmeye çalışan küçük elleri hatırlıyorum…

“Anneme yapma!” diye haykırırken yüzünün aldığı o korku dolu ifadeyi hiç unutmuyorum.

Bir süre öyle kalışım ve aynı anda zihnimden geçen düşünceler… Ya kalkıp saldırmak, ya da kızımı alıp gitmek ikilemi arasında kaybolurken yanıma gelen küçük bedeni hatırlıyorum… Elimi tutuşunu, beni yerden kaldırışını… Onu kucağıma alıp, sakinleştirmeye çalışmamı…

Bu şiddet manzarasına tanık olmasına mıydı yoksa bunca yıl onu da kendi mutsuzluğuma hapsederek bu travmayı yaşamasına zemin hazırlamama mıydı, bilmeden:

“Özür dilerim, senin önünde yaşandığı için özür dilerim.” diyebildim sadece.

“Senin özür dilemene gerek yok, babamın özür dilemesi gerek.” demesiyle kararımı verdim.

“Gidelim mi bu evden?”

“Gidelim.”

İnanmak istediğim hayalleri doldurduğum çantadan hayal kırıklıklarımı çıkardım önce. Elime geçen eşyaları hızlıca yerleştirirken o çantanın içine sadece kızımla olan hayallerimi koydum. 


“Sen iyi ki doğdun da yere düştüğümde beni kaldıran oldun,

Sen iyi ki doğdun da beni ayakta tutan, hayata bağlayan oldun,

Sen iyi ki doğdun da görmediklerimi gösteren oldun,” demiştim kızıma yazdığım bir şiirde.


Şimdi, neyi kaybettiğimi anlıyor musunuz?

16 Kasım 2024 Cumartesi

Ben Seni Çok Sevdim İren' im...

Acının ortak bir dili var… Kayıplarımız her birimiz için eşsiz ancak, yas kişiye özel olmasına rağmen, en sevdiğini kaybetmiş olmanın dili ortak…

“Sevmeyi senden öğrendim” diye başlıyor Can Kazaz, babasının vefatından sonra yazdığı şarkısında… https://www.youtube.com/watch?v=wM1ooJUHe8s 

Sevmeyi senden öğrendim İren’ im…

“Bir bakışta beni örtülerimden yalnızca yalnızca duygularıyla soydu” diyor ya Sezen Aksu şarkısında… https://www.youtube.com/watch?v=eoOZj7CYmL0 

İşte o sensin İren’ im... 

Her yerde olduğun gibi, duyduğum her şarkıda da sen varsın…

Bazı sabahlar içimde çalan tınılarla uyanıyorum uykumdan… İnsan, bu acının içinde şarkı mı söyler… Ben söylüyorum zihnimin gönderdiği şarkıları, belki de sen gönderiyorsun onları iyi olayım diye…

Aslında, aklımda okurken dinlersiniz diye, “dolu dolu” bir yazıyla birlikte bir playlist paylaşmak vardı… Ancak 100. günle birlikte bir şey oldu bana… Her hafta düzenli yazmaya çalıştığım bloğuda, hayatım gibi, askıya aldım… Ama bugün Can Kazaz’ ı dinlerken bir baktım word dosyasını açmışım…

Son 15 gündür içimde Pinhani ve Kalben “İyi değilim ben, hiç iyi olmadım sen gittiğinden beri” diyor… https://www.youtube.com/watch?v=ik4prAU6r4s

Yas dalgasının yine alttan vurmaya başladığı bu son günlerde beynim “İren nerde?” sorusunun cevabını biliyor… Yüreğim ise şaşkın. “Bir daha hiç göremeyecek miyim? Böyle bir şey olabilir mi?” diye sızlıyor, acıyor, batıyor. Ağır geliyor bana… Bu “yokluğa” kalbim itiraz ediyor. “Hayır” diyor, “Olamaz!”

Gökhan Kırdar’ ın “İçimde bir şey acıyor sen gelince aklıma, her şeyim” dediği o acının içinde sürünüyorum. https://www.youtube.com/watch?v=FtAlJIooAF8

Bu karmaşıklığa, kabul etmek istemediğim gerçeğin yarattığı bu ikileme dayanamıyorum! 

Dayanamadığım her an aklıma yine Sezen Aksu geliyor… “Beni yanına al yarası saklım” diyorum bağıra bağıra... https://www.youtube.com/watch?v=0QjiVbksMEU

Belki dayanabilmek için bir yol bulurum diye, senin “bizim” yaptığın şarkıları dinliyorum. Gözlerimi kapıyorum, evde o şarkıları söylediğin anları canlandırıyorum zihnimde. 

Eda Baba “Beklenmedik bir anda ayrılık gelip çatsa, seninle paylaştığım tek bir gün yeter bana” derken https://www.youtube.com/watch?v=hSEqTDCtwfo, “İyi ki hayatımdasın… Sol yanımsın” diyor Mustafa Ceceli https://www.youtube.com/watch?v=ZeS7Fjk2sKk seni sol yanımda hissederken... Bu şarkının sözlerini değiştirerek bana yazdığın mektuplar geliyor aklıma… Ve o sözlerin şimdi mezar taşında yazdığını düşünmek gözlerimi buğulandırıyor yine…

“İyi ki hayatımdasın; iyi ki hayatımın en özel, en değerli parçasısın…”

Çok özlüyorum… Özlediğim her an kendimle konuşuyorum: “Çok sevdiğin için çok özlüyorsun. Az mı özlemek isterdin?”

Ve sonra bu çaresiz özleme dayanak yaptığım sevgimi dinliyorum Cem Adrian’ dan... 

https://www.youtube.com/watch?v=sTVzvNXxbFg

"Bir istiridyenin kıymetli incisini sakladığı gibi saklarım seni
Bir bahar dalının narin tomurcuklarını sakındığı gibi korurum seni
Çok derin derin
Derin derin, derin derin
Derinlerimde ellerin
Bir armağan gibi Tanrı'dan bana
Kış güneşinde altın kirpiklerin

Ben seni çok sevdim
Ben seni çok sevdim
Belki zordur anlaması sessizliğimden

Ben seni çok sevdim
Ben seni çok sevdim
Sen oku kelimeleri gözlerimden
"

BEN SENİ ÇOK SEVDİM İREN' İM 💜