22 Şubat 2025 Cumartesi

Geleceğin Yası

Sevdiği birini kaybettiğinde, sadece kaybının mı yasını tutar insan? Yoksa, kaybıyla birlikte yitip giden gelecek hayallerinin de mi?

Yas, sevilen birinin ölümünün ardından içsel bir deprem yaşayarak benliğinin alt üst olması değil mi? Akışını kontrol edemediğimiz bir hayatın içinde kalmıyor muyuz sevdiğimizi uğurladıktan sonra? O halde, onsuz, içinde bulunduğumuz hayatımızın da yasını tutmaz mıyız? 

Kişisel yasımın bu evresinde gelecekle mücadele ediyorum. İren’ le birlikte yaşayamayacak olduğum hayallerimin yasını tutuyorum.

İren' in ortaokuldan mezun oluşunu, diplomasını alışını göremeyeceğim; hatta diplomasını verecek olmanın gururunu yaşayamayacağım. Her sene özenle hazırlandığı bale resitallerinde onu sahnede izleyemeyeceğim artık. Voleybol takımıyla maçlara çıkmasını, sayı aldıklarında yaptığı sevincine şahit olamayacağım. Saatlerce provalarda ve antrenmanlarda bekleyemeyeceğim.

İren’ in genç kız olacağını, ergenlik sancıları ile boğuşurken nasıl bir yol alacağını, arkadaş ilişkilerinde sorunlar yaşadığında nasıl başa çıkacağını bilemeyeceğim. En yakın arkadaşlarını tanıyamayacak, onların okulda “Gaye Hocası”, dışarda “Gaye Teyzesi” olamayacağım. Arkadaşları ile gezme planları yaptığında, aklım kala kala izin veremeyeceğim. Bir kalp çarpıntısı yaşayıp, karnında kelebekler uçuştuğunda bana “Aşık oldum” demesini duyamayacağım. Anne-kız dertleşemeyeceğiz. Süse püse düştüğünde birlikte alışveriş yapıp, arkasından keyifli bir yemek yedikten sonra kahvelerimizi içemeyeceğiz beraber. Bundan sonra birlikte sinemaya, tiyatroya, bale resitallerine, operaya gidemeyeceğiz. Yeni bir gösteri geldiğinde “Bilet almamı ister misin?” diye soramayacağım. Taksim’ e her gidişimizde el ele İstiklal Caddesi’ ni turlayıp, sokak lezzetlerini tadamayacak, ardından Gezi Parkı' nda otururken kestane yediğini göremeyeceğim. Beşiktaş çarşısına her gittiğimizde uğradığı turşucuda turşu suyu içmesine şahitlik edemeyeceğim.

Liseye geldiğinde, onun müdür yardımcısı olamayacağım. Alan ve meslek seçiminde ondan daha çok heyecanlanmayacak, elimde bir mezuniyet fotoğrafı ile mezuniyet yıllığını tutamayacağım. Üniversite sınavı için okul kapılarında bekleyemeyecek, sonuçların açıklandığı gece uykusuz kalamayacağım. Bir işe başvurduğunda, kabul edilmesi için dualar edemeyecek, ilk maaşı ile güzel bir kutlama yemeğine çıkamayacağız.

Birlikte tatil planları yapamayacağız. Her sene onun istediği yere gitmek için şartlarımı zorlamayacak, sonunda istediği yere götürmüş olmanın verdiği hazzı yaşayamayacağım. Aynı denizde yüzüp, aynı gökyüzüne bakamayacağım.

Mutfakta birlikte yemek pişiremeyecek, soframızı beraber kuramayacağım. İstediği şeyleri ona alamayacak, aldığımda yüzünün ve gözlerinin ışık saçan ifadesi göremeyecek, “Teşekkür ederim canım annem!” demesini duyamayacağım. Banyodan çıktıktan sonra saçlarını koklayarak tarayamayacağım.

Büyümesine eşlik edemeyecek, her ne yaparsa yapsın, ne yaşarsa yaşasın yanında olamayacak, mutlu olduğunda kahkahalarına, üzüldüğünde gözyaşlarına ortak olamayacağım. 

İren’ le el ele dolaşamayacağım. Ona doya doya sarılıp koklayamayacağım. Sarılıp uyuyamayacak, sesini duyamayacak ve o gülen suratını göremeyeceğim.

İren' im, seninle dopdolu ama sensiz hayatımda, ömrümün sonuna kadar seni sevmekten hiç vazgeçmeyeceğim. Seni her gün daha çok özleyeceğim Balım.

9 Şubat 2025 Pazar

Sensiz 200 Gün...

İren’ im,

200 gün oldu sen cennete gideli. 200 gündür yasınla yaşıyorum. Seninle dopdolu ama sensiz bir hayatın içinde kaldım. Neler mi yaptım? Önce o ağır şoku atlatmaya çalıştım. Annenin etrafına görünmez bir çember kuruldu. Sanki, sen bana destek olmaları için birleştirdin herkesi. Öyle hissettim çünkü 20-25 yıldır görüşmediğim arkadaşlarımla bile buluştuk bu acıda. Çember kuranlar, benim nezdimde çok cesur dostlar. İnan sayılarını veremem sana, o kadar çok ki. Bir de yakınımda olan ama o cesareti gösteremeyenler oldu. Eskiden sık sık görüştüklerim birden kayboluverdi. Kızmıyorum; kızacak, alınganlık yapacak dermanım yok. Kırılmıyorum da.

Şöyle bir tespitim oldu annecim. Senin yaşlarında evladı olanların büyük bir kısmı duvar oldu. Herhalde kıskanırım diye mi düşündüler nedir bilmiyorum. Ömrümde kıskançlık diye bir duygum olmadı halbuki. Sadece şunları düşündüm. Bu kadar çocuk içinde neden İren? Ama bu, İren yerine başka çocuklar ölseydi demek değildi. Çocuklu arkadaşlarımla toplandığımızda, içimizde bir tek benim evladım yok artık dedim. Onlara karşı herhangi kötü bir duygu beslemek değildi bu. Neden senin ve benim başıma geldiğini anlamak için sorduğum yüzlerce sorudan birkaçıydı bunlar. Belki de bu gerçekle yüzleşmekten kaçmanın bir yoluydu bana karşı duvar olmaları.

Vefat edenin ardından yapılması gereken ritüeller ile başladık işe aşkım. 7’ si, 40’ ı, 52’ si… Sonra mezarını seçtim. Taşını, taşa yazılacak yazıyı… O kadar o kadar zor ki. Evladının mezar taşını, yapımını izlemek. İlk 3 ay her gün geldim ziyaretine biliyorsun. Sonra gün aşırı, sonra 3 günde bir derken bazı günler hiç gelmek istemedim. Seni orada görmek, o toprağın altında senin olman… Yakıştıramadım. Artık, maalesef alıştım.  

İlk 100 gün çok zor geçti. Her sabah senin olmadığın bir güne uyanıp, fotoğrafına günaydın demek, evden çıkarken fotoğrafını öpmek ve en kötüsü okula sensiz gitmek çok çok çok zordu. Odamda kahvaltı yapmadığını, zil çaldığında çantanı sırtına takıp sınıfına gitmediğini, öğlen teneffüsünde yanıma gelmediğini, çıkış saatinde beni beklerken ödevlerini yapmadığını ve okuldan el ele çıkmadığımızı bilmek, bunu yaşamak berbattı. Önceleri, okulda durup durup ağlıyordum, bazen kimse görmesin diye tuvalete saklıyordum kendimi. Artık, o kadar şiddetli gelmiyor ağlama krizleri. Beni bilirsin zaten, kan kusar kızılcık şerbeti içtim derim. Sevmem güçsüzlüğümü kimselere göstermeyi. Ancak, senden sonra ilk başlarda pek öyle olmadı. Cenaze günü ve takip eden belki 20-25 gün yerlerde süründüm herkesin içinde. Şimdi, gözlerim doluyor, sessiz sessiz akıyor yanaklarıma göz yaşlarım. Sanırım, rol yapabilmeyi öğrendim. Bu acının içinde büyüdüm, geliştim.

Evde uzun süre kaldığımda, deli sorular ile baş edememek beni depresyona sürükledi annecim. Zihnime saldıran “neden” li sorulara yer açmamak için kendimi oyalamam gerektiğini anladım. O yüzden, zihnimi sürekli meşgul etmek için yaratıcı yazarlık kursunu tamamladım. İkinci bir üniversiteye başladım. İlk dönemi bitirdim bile, bir tane alttan dersim kaldı anneciğim. Onu da hallederim, merak etme. Çok kitap okudum. Bizim seninle vazgeçilmez kitap okuma saatlerimizde artık yanımda sen yoksun ama ben okumaya devam ediyorum. Yas ile ilgili, ruhların yolculuğu ile ilgili, metafizik ile ilgili… Biliyorsun ki, benim yaşadığım her olayı bir mantık çerçevesine sığdırmam lazım. Yoksa, asla kabul edemem. O yüzden bu kadar çok neden diye soruyorum belki de. Gerçi, seni kaybetmiş olmanın  mantıklı bir cevabı olur mu, olsa bile seni kaybetmiş olmayı kabul etmem mümkün mü? Yas ile ilgili platformlar keşfettim, seminerlere katıldım. Yas ve Ölüm Bilgeliği platformunun e-dergisi Eşik’ e yazılar göndermeye başladım. Kuran-ı Kerim okumaya başladım. Varoluş sebebimizi daha derin kavramak istiyorum.

Senin için, eğitime destek fonu oluşturdum. İyiliklerle dolu kalbinle yaşıtlarına dokunuyorsun. Senin niyetinle çeşitli hayırlar yapmaya çalışıyorum elimden geldiğince. Manevi olarak rahatlatıyor beni ve senin için yaptığım her şey anneliğin nasıl sürdürülebilir olduğunu hissettiriyor bana. Annelik biten bir şey değil çünkü… Hele, evladını kaybeden anneler, anneliğin o kadar farklı bir noktasını tecrübe ediyor ki. Göremediği, dokunamadığı, koklayıp sarılamadığı, sohbet edemediği bir evlada annelik yapmak herkesin harcı değil. O yüzden, evlat kaybı yaşayan annelerin herkesten çok anne olduğunu düşünüyorum. Eski annelik çok kolaymış. İçindeyken gece uykusuz kalmak, her yere koşturmak, yorulmak zor gelse de aslında çok kolaymış. İnsanoğlu, yaşamadan bilmiyor canım.

Ben, sen gittiğinden beri hem bir yas danışmanından, hem de bir psikologdan destek alıyorum. Şengül Hoca’ yı ve Nermin Hanım’ ı tanısan sende çok severdin. Onlar, seni o kadar iyi tanıyorlar ki. Bizim ilişkimize hayranlar. Her seferinde seni yüzümde bir tebessümle anlatıyorum onlara. Bunun literatürdeki adı “yas gülümsemesi” ymiş. Ama her zaman o gülümseme olmuyor annecim. Bazen, fotoğraflarına bakarken içim acıyor. “Böyle bir şey olamaz!” diyorum ve sanki sen bir gün çıkıp gelecekmişsin gibi hissediyorum. Geçen gün bunu Tülin Teyzen’ le konuştuk. O da bir yerden çıkıp geleceğini düşünüyormuş. Öyle bir şey olsa çok şaşırırım, ne yaparız dedi. Ben hiç şaşırmam, sımsıkı sarılıp sevinçten ağlarım, biliyordum geleceğini derim ve şükrederim dedim. Ee, sen benim içimde büyüdün, 12 sene bile olsa senin için kocaman bir ömrü el ele yürüdük. Bence, senin annen olduğum için şaşırmam diyebiliyorum. Bir başka vefat eden çıkıp gelse sadece şaşırmam, korkarım elbette. Korku demişken, insanın hayatı iki nefes arası, saniyeler içinde nasıl değişiyor. Benim hiç korkum kalmadı İren. Ne başıma geleceklerden, ne felaketlerden, ne ölmekten… Hatta, bence ölüm kurtuluş benim için. Sana kavuşmak ölüm.

Bu arada, Şengül Hoca ile seni ve yasımı, yasın karmaşıklığını anlatan bir podcast çektik. Tabi ki, yayınlanan tüm podcastler içinde en çok izlenen sen oldun. Aksini hiç düşünmemiştim karar verdiğimde ama bu kadar çok kişiye ulaşacağını da tahmin etmemiştim. Yeni arkadaşlarım oldu İren’ cim. Yas arkadaşlarım. Benim gibi evlat kaybı yaşayan anneler. Onların melek yavruları ile cennetin bir köşesinde buluştuğunuzu hayal ediyorum. Siz orada özgürken; biz burada, dünya hapishanesinde müebbet yemiş anneler olarak aynı çaresizliğin içinde birbirimizi herkesten daha iyi anlıyoruz. Onları yüz yüze tanımasam da çok seviyorum. Hepimiz, habersizce aynı şeyleri yapıyoruz biliyor musun? Evlatlarımızın fotoğraflarını, videolarını paylaşıyoruz. Bir şiir, bir şarkı, bir dua, yası anlatan bir söz… Bu da dijital çağda yas tutmanın getirdiği bir şey sanırım. Aslında, hepimiz herkese evlatlarımızın halen annesi olduğumuzu, sizlerin halen bizim bebeklerimiz olduğunuzu duyurmak istiyoruz. Çünkü, bazı insanlarda şöyle bir algı var annecim: gitti ve bitti. Hadi ya! Şimdi, mektubumun şikayet bölümü başlıyor. İren’ cim, sen gittiğinden beri anlatmak istediğim bir şey var: yasın doğrusu, yanlışı yok; süresi yok. Yas tutanın kimlik kaybı duygusu çok ağır. Zaten tüm bu yaşadıkları başlı başına taşınacak bir yük değilken neden anneliği devam ettirme arzumuz, şeklimiz sorgulanıyor. Bazen, içimden başka bir Gaye çıkıpta; sen yaşarsan şu an bana akıl verdiğin gibi yaparsın dememek için zor tutuyorum kendimi. Bazı tavsiyeler veriliyor annecim. Yeni bir eş bulmak, yeniden çocuk yapmak, kedi-köpek almak, evlat edinmek gibi… Ah ah ah ah! Bunların hepsini ben şöyle duyuyorum: Bir eş, yeni bir çocuk veya bir evcil hayvanı İren’ in yerine koy. Şimdi, ben bu insanlara neyi anlatayım. Senin yerini ne doldurabilir ki? Aslında iyi niyetle düşünerek ne söylemek istediklerini biliyorum. Kendini kapama, hayat devam ediyor, yaşamın sana güzellikler sunmasına izin ver demek varken neden senin yokluğunu bir eşin, yeni bir çocuğun dolduracağını ifade ederek, kaybımı küçültüyorlar. Neyse, benim bundan sonra ki derdim iş güç değil tatlım. Benim derdim yas cehaleti ile mücadele etmek. Biliyorsun ki, kafama bir şeyi koyarsam da yaparım. Ama, değiştim çok annecim. İlla bu olmalı diye bir ısrarım yok artık, olursa olur olmazsa olmaz. Olmayan şeyler ile dünyanın sonu mu geliyor sanki? Geleceğe dair yapılan tüm planlar, kocaman bir hayal kırıklığı bırakıyor insanın kucağına.

Bu arada, ülkede çok büyük bir felaket yaşadık bebeğim. Kartalkaya’ da bir otel yandı ve bir sürü çocuk can verdi aileleri ile birlikte. Çok üzüldüm, kahroldum. Ancak, kimse bana kızmasın, birlikte bu dünyadan ayrılan anne-çocukları kendimden şanslı gördüm. Geride kalmanın ne boktan bir şey olduğunu biliyorum çünkü. İmrendim onlara. Tabii, o ailelerden de geride kalanlar oldu. Anneanneler, dedeler, bazı anneler, bazı babalar. Baba demişken, şu 200 günde 2 tane baba ile tanıştım evladının yasını tutan. Diğerleri ortada yok. Tabii, bu beni sinir etti. Çıkıp “nerde bu babalar” demek istiyorum bazen. Bu da literatürde var aşkım, araçsal yas tutuyor babalar, anneler gibi sezgisel yas değil. Bunu ayrı bir yazı konusu yapayım, kafan şişmesin şimdi canım.

Senden yarım kalan şeyleri tamamlamaya çalışıyorum aşkım. Baş ucu kitabını bitirdim. Sen gibi okudum. Galatasaray’ ın peşini bırakmış değilim. Senin kadar olmasa da takipteyim. Eski öğrencilerim Galatasaray ile ilgili bir gelişme oldukça paylaşıyorlar benimle. Transferler, maçlar, goller bende… Sana bir sürprizim olacak hatta. Şimdi, olsan sürprizi söyletene kadar başımı yerdin o tatlış tatlış hallerinle ve tabi ki dayanamayıp söylerdim. Belki de biliyorsundur ne olacağını.

Bu arada, anneannen ve deden hepimiz birbirimize desteğiz canım. Hiç merak etme. Büyük anneannen iyi değil. Artık, yürüyemiyor, tüm bakımını anneannen yapıyor. Sana yaptığı güzel yemekleri yapmıyor artık anneannen. Senin sevdiğin şeyleri pişirmek zor geliyor ona. Kendini örgüye verdi. Onun terapi şekli bu. Deden, anneannene göre daha zor yaşıyor sensizliği. Çok ağlıyor, bugün seni ziyaret ettikten sonra öyle ağladı ki, kalp krizi geçirecek sandım. Ama inan korkmadım. Çünkü biliyorum ki, bizim evden kim gitse bu dünyadan, sana kavuşacak. Bazen, şakalaşıyoruz kendi aramızda. Benden önce giden olursa çok kıskanırım, arkanızdan söylenirim haberiniz olsun diyorum. Anneannen kızıyor bu söylemlere, o da anne olarak geride kalan olmak istemiyor tabii. Bencillik etme diyorum ona. Ağlamaya başlayınca susuyorum.

Odan aynı. Eşyaların olduğu gibi duruyor, el sürmeye cesaret edemedim. O gücü bulamadım kendimde. Yalnız çok dağınık İren. Kışlıkları yerleştirmediğim için her şey yatağımın üzerinde. Sen olsan aklını kaçırırdın o dağınıklıkta. Hiç bir şey yapmak istemiyorum sensiz. Bende geçemedim odamıza henüz. Aslında, tüm anılarımız orda olduğu için eskisi gibi yatağının karşısında uyumayı istiyorum ama dediğim gibi annecim, kafamı çevirdiğimde senin yatağını boş görecek olma düşüncesi içimi ürpertiyor. Ömrüm yeterse o da olacak elbette biliyorum. Zamanı gelince, kendimde o gücü bulunca.

Rüyalar 😊 Canımın içi, beni hiç yalnız bırakmadığın için teşekkür ederim. Sohbet ettiğimiz rüyalar (o kadar özel ve kıymetli ki, senden gelenlerle tutundum hayata), seni tanımlayan hallerinle geldiğin rüyalar… 4-5 gün görmezsem anında modum düşüyor, o yüzden hep gel olur mu? Ve kelebekler… Ve en çokta kuş tüyleri… Sayısını bilmediğim kadar çok… Hemen hemen her sabah okul koridorunda bulduğum minik beyaz tüy ile günaydın diyorsun bana biliyorum. İki gece hastanede kaldığımda, anneannenle koridorda yürürken, tam da İren olsa bana nasıl bakardı derken tüyün ayağımın ucuna düştü. Ertesi sabah tekrar. Bu da yas literatürünün parçası. Sizler, geride kalanlara “ben buradayım” diyorsunuz. Sadece, ben yaşasam delirdim derdim belki ama o kadar çok var ki benzer hikaye. Tüm kayıp yaşayanlar aynı anda delirmiş, aynı şekilde bir kuş tüyünün peşinde aklımızı kaçırmış olamayız.

Geçen hafta, dedenle evin biraz ilerisindeki millet bahçesinde yürüyüşe çıktık. Dedenle kol kola ilerlerken ikimizin de ağzını bıçak açmadı. İren burayı görmedi hiç diye kendimi suçlarken tüyünü yolladın bana (kendimi boşuna suçlamışım çünkü deden seni oraya götürmüş ama bu seferde ben neden getirmedim sorusu kemiriyor insanın zihnini). Bu arada, seninle gitmediğim bir yerde nasıl bir suçluluk hissediyorsam, seninle gittiğimiz yerlerde de aynı duyguyu yaşıyorum. Aslında, bence geride kalan olduğum için suçluyorum kendimi. Bu dünyadan cennete yolculuğunda seni tek başına bırakmış olmanın suçluluğu belki de bu. Sanki kendi elimdeymiş gibi. Bunlar hep annelik işte canım.

Balım, seni çok sevdiğimi, çok çok çok özlediğimi söylememe gerek var mı son sözlerimde? Ben, seninle dopdolu ama sensiz hayatımda, yalnız ve çaresiz kaldım. Ama, içimde, ne zaman olacağını bilmesem de, bir gün kavuşacağımızın, hatta hiç ayrılmamak üzere kavuşacağımızın umudu ile devam etmeye çalışıyorum bu sensiz dünyada. Seninle, sen hayatteyken kurduğumuz bağ ile, sonsuz sevgimiz ile…

İyi ki hayatımdasın. İyi ki hayatımın en özel, en değerli parçasısın.

Annen