25 Temmuz 2025 Cuma

Yas Tutan Kalbimiz ve Beynimiz Neler Söyler?

Sensizliğimin ikinci yılının ilk günü...

Sensiz geçen bir yılın sonunda (12 ay, 52 hafta, 365 gün, 6 saat) sensizliğimin ikinci eşik yılının ilk günü bugün. Geçtiğimiz bir yılda birçok eşik zaman yaşadım. Okulların açıldığı gün, doğum günüm, 29 Ekim - 10 Kasım gibi seni hep sahnede gördüğüm törenler, yılbaşı, ara tatiller, doğum günün, iki bayram, anneler günü, takvimime yeni eklenen ‘yas tutan anneler günü’, bale resitali günü, karne günü, şampiyonluk günü, yaz tatili ve finali, adını koyamadığım, o gün ile yaptım (yani dün). Yaptık aslında. Sen olmasan ne kadar yapılabilirdi bilmiyorum. 

Her gün aynı yokluk, eksiklik, aynı acı, hüzün, gözyaşı, keder… Aynı yas. İki temel farkla… Birincisi, bu 365 günde gözünü açtığın her yeni güne bir öncekinden daha fazla özlediğini hissederek başlıyorsun. Dolayısıyla her yeni gün özlemle mücadele etmek demek. Bu savaşı kazanan anne görmedim henüz. İkincisi, yanında, dizinin dibinde, bir telefon kadar uzağında olmadığını bildiğin çocuğunu, her yeni günde daha çok severek uyanıyorsun. Tıpkı bu dünyadayken olduğu gibi. Sevgi büyüyor bir şekilde, uzağında da olsa büyütebiliyorsun evlat sevgisini. 

Kalp öyle bir organ demek ki; sevgiyi büyütürken yokluğunu asla kabul edemeyen. Beyin ise daha farklı. Yokluğu kabul etmeye çalışırken yorgun düşüyor. Zaman zaman, kendi deyimimle, ‘veriler alınamıyor, sinyaller kopuyor’. E haklı tabii. Çünkü beyin hiç dinlenmiyor. 365 gündür, geceleri uyku moduna geçip dinlenmesi gerekirken ya uykuya direnen annenin keyfini bekliyor ya da uyurken bile kaybını düşünen anne ile mücadele ediyor. Tam kabul eder oluyor, içerden ‘Olamaz!’ diyen kalbin sesini duyuyor. Haydaaa sar başa! Beynin mücadelesi çok anlayacağınız. Çünkü anneler biliyor ki, eğer kendilerini, beyinlerini meşgul edecek bir şey bulamazlarsa o şahane çılgın cevapsız sorular zihinlerini kemirmeye başlıyor. O sorular saldırdığında kalpte küsüyor: ‘Bu kadar büyüttüm yanında hissetmediğin çocuğunu içimde şimdi sen neden beni en başa götürüyorsun, yumruğun kadar organım, yorulurum bak’ diyor. 

Görüyorsun ki kalbinin, evladının yokluğu ile kurduğu bağ azalmaya başlıyor hemen devreye zihnini oyalayacak, onu cevapsız soruların saldırısından koruyacak birtakım meşguliyetler bulmaya başlıyorsun. Online’da sepete bir şeyler atmak, yetmezse mağazaya gidip kabinde denemek, konsantrasyon gerektirmeyen kısa videolar, diziler izlemek, odaklanabilirsen kitap okumak, bir eğitime katılmak, yani ben french oje sürüp, çizgileri birbirine eşit olmadı diyerek defalarca çıkarıp saatlerimi buna harcadığımı bilirim… Her şey olabilir, ucu bucağı yok. Anlamlı olup olmadığı fark etmez. Yeter ki sorulara değil başka bir şeye odaklanalım. 

Anlayacağınız, bu sarmal içinde iki ileri bir geri, bir kalbime bakayım bir beynime derken yasın iki temel taşı ile tanışıyor, onları sanki bunca yıl sana ait parçalar değilmiş gibi yeniden tanıyorsunuz. 

Yasın ikinci eşik yılında, kalbimiz ve beynimiz neler söyleyecek göreceğiz. Ayrılmaz iki parça gibi görünseler de, kalp ve beyin ayrı şeyler söylüyor. Beyin insanı kemiriyor. Kalp, bu acıya rağmen, genelde güzel şeyler söylüyor. O yüzden, ben ilk yılda kalbi daha çok sevdim. Çünkü orda İren en güzel haliyle büyümeye devam ediyor.

 


22 Temmuz 2025 Salı

GBS' yi Tanıyalım!

Guillain-Barré Sendromu kas zayıflığı, yüz, kol, bacak ve vücudun diğer pek çok bölgesinde karıncalanma, uyuşma, refleks ve his kayıplarına neden olan, tedavi edilebilir (EDİLEMEDİ!) nörolojik bir hastalıktır. Her yaşta görülebilir ve toplumda görülme sıklığı 100 binde 1’dir (GELDİ BİZİ BULDU!). Erkeklerde kadınlara oranla 1.5 kat daha fazla rastlanır (KIZIM VARDI!). Genellikle hastalığın başlangıç döneminden 1-2 hafta önce hastalarda viral veya bakteriyel enfeksiyonlar (Campylobacter jejuni), üst solunum yolu enfeksiyonu ve gastroenterit (BU TEŞHİSLERİ DOĞRUYMUŞ, NASIL OLDUYSA!) benzeri bir hastalığın öyküsü bulunur. Bağışıklık sistemi bozukluğuna bağlı, akut başlangıçlı olan GBS bir tür gevşek felç hastalığıdır. GBS’de vücudun bağışıklık sistemi, kendi sinir sistemi hücrelerine saldırır. Sinirlerin etrafını kaplayan bir tür kılıf olan miyelin dokusu tahrip olur. Bunun sonucunda sinir iletiminde sorun ortaya çıkar ve kişinin vücudunu kontrol etmesini zorlaştıran nörolojik semptomlar baş gösterir. İlerleyici bir hastalık olması sebebiyle erken tanı ve tedavi son derece önemlidir (SÖZDE KALDI!).

Henüz net olarak sebebi saptanamayan GBS hızla yayılma eğilimi göstererek hayati risk oluşturabilir (TEDAVİSİ VAR, MERAK ETMEYİN DENDİ!). GBS kol ve bacakların uç kısımlarında simetrik uyuşma şikayeti ile başlar. Bazen hastalığın ilk dönemindeki uyuşmalara güçsüzlük eşlik etse de genellikle güçsüzlük hissi sonraki günlerde eklenir (SONRAKİ DERKEN?). Bu aşamada şikayetlere yutma ve solunum zorluğu, yüz felci eşlik edebilir. Kol ve bacaklarda görülen uyuşma ve güçsüzlük, bölgesel olarak artabilir. Oldukça hızlı ilerleyen GBS, yaklaşık dört hafta içinde maksimum ilerleme kaydeder (ELBETTE, BU DA TUTMADI! AKŞAM ACİLE YÜRÜYEREK GİRDİK, ERTESİ AKŞAM MORGDAN ÇIKTIK!). Hastaların yaklaşık olarak yarısı yürüyemez hâle gelirken 3'te 1'i de solunum desteğine ihtiyaç duyar. Otonomik bulgular olarak adlandırılan ortostatik hipotansiyon, hipertansiyon, aritmi gibi bulgular ortaya çıksa da hastaların yarısı tamamen iyileşir (HMMM… ANLADIM!). Kalıcı sinir hasarı ve ölümle sonuçlanan vakaların oranı ise yüzde 4-7 aralığındadır (TABİİ Kİ 100 BİNDE 1 GÖRÜLEN NADİR HASTALIĞIN %4’ LÜK ÖLÜM ORANINI DA SAHİPLENMEMİZ GEREKİYORDU!).

Nadir görülen ve bir tür sinir hastalığı olan GBS hastalığında, omurgadan çıkarak tüm vücut bölgelerine duyu ve motor iletimini sağlayan sinirler, vücudun kendi savunma mekanizması tarafından tahrip edilir. Bunun sonucunda sinir sistemine bağlı olarak pek çok rahatsızlık gelişir. Hemen hemen tüm yaş gruplarında görülse de, yaşla birlikte hastalığın görülme sıklığı da artar (12 YAŞINDA OLDUĞUNU HATIRLATAYIM!). Sıklıkla gastrointestinal sistemde var olan Campylobacter Jejuni, Helicobacter Pylori (KANDAKİ ENFEKSİYON DEĞERİ REFERANS ARALIĞINI AŞMADIĞINDAN HERHANGİ BİR KÜLTÜR YAPMA İHTİYACI DA DOĞMADI ELBET!) ve solunum yollarında Mycoplasma Pneumoniae, GBS hastalığının sık görülen etkenleri arasındadır.

GBS teşhisi, fiziksel muayene (GÖZÜMÜN ÖNÜNDE YAPILMAMIŞ OLSA, ATTI P... DİYECEĞİM! “NÖROLOJİK BİR DURUM OLDUĞUNU DÜŞÜNMÜYORUM.” DEDİ! SEN DÜŞÜNMEZSEN BEN NASIL DÜŞÜNEYİM!) ve ileri düzey testlerle konulur. Bu testler arasında EMG (SEN SONA KALDIN TABİİ, MALUM NADİR HASTALIK, ÖNCE YÜKSEK OLASIKLAR EKARTE EDİLDİ, KAN-MR-ULTRASON-GÖZ MUAYENESİNE KADAR…) ve belden sıvı alma yer almaktadır. Bu yöntemler, sinir sistemi üzerindeki etkileri ve hastalığın seyrini belirlemede kritik rol oynar. Erken tanı, GBS tedavisinde büyük önem taşır (BURDA HAK YEMEYEYİM, ACİLDEKİ TIRT DEĞİLDE, ÇOCUK DOKTORU, BEYİN CERRAHI VE NÖROLOG BİRKAÇ SAAT İÇİNDE TANIYI KOYDU!). Tedavi genellikle plazma değişimi (plazmaferez) ve intravenöz immün globülin (IVIG) (ADINI ÇOK DUYDUK O GÜN AMA SENİNLE TANIŞAMADIK!) uygulamaları ile yapılır. Bu tedavi yöntemleri, bağışıklık sisteminin sinir hücrelerine verdiği zararı ve ölüm riskini azaltmayı hedefler (SADECE HEDEFLEYEBİLMİŞ YANİ!).

GBS’nin iyileşme süreci aylar hatta yıllar sürebilir. Hastalığın durumuna göre yatarak ya da yoğun bakım ünitesinde (İŞTE BU İNCE ÇİZGİ! ÇOCUK YOĞUN BAKIM OLAN KAÇ HASTANE VAR KOSKOCA İSTANBUL’DA? OLANLARDA YER VAR MI PEKİ? DOKTORLAR BULAMIYOR, 112’ DEN CEVAP GELMİYOR, İNSANLAR KENDİ ÇABALARI İLE ARAYA TANIDIKLARINI SOKARAK, BELKİ DE BAŞKALARININ TEDAVİ OLMA HAKKININ ÖNÜNE GEÇEREK HASTANELERDE YER BULUYOR! BEN BİR ANNE OLARAK KIZIMI EMG ÇEKİLİRKEN YALNIZ BIRAKIYORUM. SIRADAN BİR VATANDAŞ OLARAK, AKLIMA GELEN TANIDIKLARIMI ARIYORUM, ONLARDAN CEVAP GELENE KADAR ÖZEL HASTANELERİN TELEFONLARINI INTERNETTEN BULUP “SİZDE ÇOCUK YOĞUN BAKIM ÜNİTESİ MEVCUT MU?” DİYE SORUYORUM. HAKKIM SAĞLIK SİSTEMİNE DE HELAL DEĞİL!) yatarak tedavi edilen GBS hastalarının düzenli olarak solunum, nabız ve tansiyonu izlenir. Hastanın durumunun kötüleşmesini ve olası enfeksiyonların kişiye bulaşmasını engellemek için sıkı önlemler alınır. Hasta nefes alıp vermede zorluk çekiyorsa suni solunum cihazına bağlanarak solunumu düzenlenir. Bu esnada hastanın kanı damardan alınarak bir makine aracılığıyla özel bir filtreleme işleminden geçirilir ve tekrar vücuda geri verilir. Plazmaferez olarak adlandırılan bu işlem ile kanda bulunan ve sinir dokularına zarar veren otoantikorlar temizlenir. Intravenöz immünglobulin (IVIG) işleminde ise sağlıklı ve saf antikorlar hastaya damar yolundan verilerek otoantikorların sinir hücrelerine zarar vermesi engellenir. Bu iki tedavi yönteminden birisi ya da her ikisi hastane koşullarına, hastanın eşlik eden hastalıklarına bağlı olarak seçilir. Bazen hasta iyileştikten sonra GBS tekrarlayabilir. Ortaya çıkan semptomların ilerlemesi yaklaşık olarak 30 gün kadar sürer (KUSMADAN BAŞLARSAK 6 GÜN DİYELİM BUNA!). Bazı hastalar kalıcı hasarlarla karşılaşabilir ve ölümle sonuçlanabilir (ÖLÜMLE SONUÇLANDI!). Erken teşhis ve tedavi, hastalığın seyrini olumlu yönde etkileyebilir (TEŞHİS EDİLDİ DE NE OLDU, TEDAVİYE BAŞLANAMADI!).

GBS dört alt gruba ayrılır:

  • AIDP: Akut Inflamatuvar Demiyelinizan Poliradikülonöropati, GBS'nin klasik formu olup toplam vakaların %90'ını oluşturur. Öncesinde hastalığı tetikleyen bir enfeksiyon bulunur. Belirtileri simetriktir ve çoğunlukla ayak parmakları, ayak ve bacaklardan başlar. Kan basıncında düzensizlik, aritmi ve taşikardi otonom bulgular arasında yer alır.
  • AMAN: Akut Motor Aksonal Nöropati vakalarının %75'inde C. Jejuni bakterisinin neden olduğu enterit vakası görülür. Çocuk ve genç yetişkinlerde sıklıkla görülen AMAN, erken dönemde solunum tutulumuna yol açar.
  • AMSAN: Akut Motor ve Duyusal Aksonal Nöropati klasik tipe göre daha nadir olarak rastlanır. C. Jejuni bakterisi etken olmakla birlikte bir enfeksiyonu takiben ortaya çıkar. Klinik seyri hızlıdır. Motor ve duyusal sinirlerde tahribat görülür. Hastalığın ilerleyişi AMAN'a göre daha kötü olmakla birlikte tam iyileşme 1 yılı bulabilir.
  • MFS: Miller-Fisher Sendromu genellikle üst solumun yolu enfeksiyonu ve C. Jejuni bakterisinin neden olduğu enterit sonrası görülür. İyileşme genellikle birkaç hafta ya da birkaç ay sürebilir.

Kas güçsüzlüğü ve felç ile seyreden klinik bir tabloya sahip GBS genellikle yavaş ilerlemesine rağmen (BİZ GENELLEMELERE UYMUYORUZ!) bazı vakalarda hızla kötüleşerek hayati tehlike oluşturabilir (BİZ “BAZI”LARA UYUYORUZ!). Başlıca belirtiler arasında kas güçsüzlüğü, refleks kaybı, yutma ve yürüme güçlüğü (BUNCA BELİRTİ ARASINDA TEK OLAN!), kas ağrısı, kalp ve solunum durması gibi ciddi tablolar bulunur. Bu belirtiler diğer nörolojik hastalıklarla karışabileceği için tanı süreci başlangıçta zorlayıcı olabilir. Beyin ve omuriliğin yer aldığı merkezi sinir sisteminin etkilenmediği hastalığın belirtileri şöyledir:

  • ·       El, kol, bilek ve parmaklarda iki taraflı olarak karıncalanma, iğne veya uyuşukluk hissi (“ELİM UYUŞUYOR” DEDİ SADECE BİR KERE!)

  • Ayak, ayak bileği ve parmaklarında simetrik olarak karıncalanma, iğne ya da uyuşukluk hissi
  • Duyu bozuklukları
  • Yürüme güçlüğü (EN BÜYÜK BELİRTİ AMA BELİRTEMEDİ!) veya merdiven çıkma yetersizliği
  • Kol ve bacaklarda konum duyusunun kaybı
  • Düşük ya da yüksek tansiyon
  • Solunum güçlükleri
  • İdrar yapma ve tutmada güçlük
  • Kalp ritim problemleri
  • Yutma güçlüğü
  • Konuşma bozukluğu

Kol veya bacaklarda ilerleyici kas kuvvetsizliği, muayenede reflekslerin alınamaması tanı için gereklidir (TANIYI KOYDULAR SONUNDA!). Hastalık hızla ilerleme gösterir (NORMAL BİR HIZ DEĞİL, JET HIZI!)  ve olguların yaklaşık yarısı 2 haftada, %90’ı 4 haftada maksimum etkilenmeye ulaşır (4 HAFTA DİYOR! İNANILIR GİBİ DEĞİL!).

GBS hastalarında sık vital kapasite ölçümleri veya solunum fonksiyonları takibi yapılmalıdır ve gerektiğinde hızla (HIZLA DERKEN… İSTANBUL’ DA 3-4 SAAT!) yoğun bakım ünitesine transfer edilmelidir (BAK BİR İNCE ÇİZGİ DAHA! 112 DER Kİ “TRANSFER İÇİN GELMEMİZ 3-4 SAATİ BULUR.” YİNE KENDİ ÇABANLA ÖZEL AMBULANS İSTERSİN. 45-50 DAKİKA SONRA, KATA BİR GÜVENLİK GÖREVLİSİ GELİR “ARYA İREN YILDIRIM, AMBULANS HAZIR” DER. ARTIK ÇOK GEÇ! ARYA İREN YILDIRIM’I GERİ DÖNDÜRMEK İÇİN 40 DAKİKADIR UĞRAŞIYORLAR!). 

Hastalığın seyrini etkileyen başlıca faktörler, yaşın 50’nin üzerinde olması (12!), solunum desteği gereksinimi, tedavi başlandığı sırada kuvvet kaybının fazla olması, başlangıçta hızlı ilerleme ve öncelik eden belirli enfeksiyonlardır.

Hastaların %10-15’inde kalıcı bulgular olabilir. Mortalite pnömoni, pulmoner embolizm, otonomik tutuluma bağlı kardiyak (O GÜZEL KALBİN NASIL DURDU? NASIL DURUR?) nedenlerle %3-7 (BU RAKAMLAR HEP YALAN!) oranında görülür.

Siz bu okuduklarınıza inanabiliyor musunuz?

Tüm olmazları bir araya getirerek, kızımı benden aldığın için…

Senin ben …… hayat!

 

 

 

10 Temmuz 2025 Perşembe

Anne-Kız Ufak Bir Sohbet Etmeyelim Mi?

Aldım seni karşıma… O sevimsiz tabutu bile sevimli hale getiren fotoğrafınla baş başa yazıyoruz bu yazıyı… Tam karşımda ol istedim… Gözlerine bakarken, “Gözlerine kurban olurum senin” derken sana burada, sensizlikte buluştuğumuz anneleri ve güzel evlatlarını anlatmak istedim… Ne olur kızma… Kıskanırsın bilirim… Kuzenin Burak Abini yolcu ederken, “Paşam seni çok seviyorum” dediğim gün gözlerimizin seninle buluşma anı geldi aklıma… “Eyvah!” dedim içimden… Gıdını şişire şişire “Sen Burak Abi’ yi benden çok mu seviyorsun?” diye sordun… Ya, ben senden çok kimi sevdim ki bu dünyada deli çocuk! Birde, akşam sofra sohbetlerimizden birinde öğrencilerimi anlatırken “Benim çocuklar” demiştim. Diktin o koca gözlerini, “Senin çocuğun benim, onlar değil” deyip sitem etmiştin… Sonra “Benim okuldaki çocuklar” oldu adları… İrennnnn… Şimdi biliyorum ki, olduğun yerde kıskançlık gibi dünyevi duygular yok… Sonsuz bir sevgi var… Senden sonra, kalbimin bedenimde yer değiştiğini hissettiğim o ilk günlerde, haftalarda evladını kaybetmiş bir anne gelse ve bana ne yaşayacağımı anlatsa dedim çokça. O kadar eksikliğini hissettim ki bir bilenin, bu bilinmezliğin içinde klişeleşmiş “Geçecek”, “Zaman” gibi kelimelerin dışında bir şey söylemesini… İşte bu evlat kaybı yaşamış bir anneye ulaşamama hali bende yeni bir şey oluşturdu İren’ ciğim. Evladını kaybeden her anneye artık ben ulaşmalıydım. Bir misyon değil bu, hepsine ulaşmakta mümkün değil. Zaten ne çokmuş, anlayamıyorum… Hep mi böyleymiş, yoksa şimdi algıda seçicilik mi yapıyorum onu da bilmiyorum bebeğim. Bizim bir anneler grubumuz var, aslında daha çok sayımız ama bu küçük grup dahil olmak isteyenler ile kuruldu… Diğer anneler ile bireysel haberleşiyoruz… İren’ ciğim sen iyi ki ön yargılı olmadın hiç… İyi ki öyle bir duygu ile tanışmadın… Kötü bir şey… Bazen yeni arkadaşlarımı anlatınca tepkiler geliyor… “Konuşmasan mı?”, “Görüşmesen mi?”… Çok iyi niyetle tabii, iyi gelmeyeceğini düşünüyorlar… Yani, anneannen ve deden bile gizli gizli konuşmuşlar bunu aralarında… Ama bana söyleme cesaretinde bulunmamışlar… Yolu bana bırakmışlar… Sanıyorlar ki biz birbirimiz ile sadece yas ve acı konuşuyoruz… Yok vallahi yok… Biliyor musun Balım, senden sonra strese bağlı olarak büyüyüp elime gelen kitleler için o annelerden biri ikna etti beni doktora gitmem için… Oysa en yakın dostlarım defalarca doktora gitmemi söylemişti, anneannen çaresizce beni kimin doktora gitmeye ikna edeceğini bulmaya çalışıyordu… Biliyor musun Balım, seni ve beni çok iyi tanıyan bazı (eski) yakınlarımız aramazken, o anneler ansızın telefon edip “Sesini duymak istedim” diyor… Biliyor musun Balım, bazı akşamlar dışarda olup sesim çıkmayınca, anneannenden önce onlar yazıyor merak ettik seni diye. Hepimiz böyleyiz, sanki sizlerle doğan boşluğu birbirimizle dolduruyoruz… Birimiz üzülünce hepimiz üzülüyoruz, güzel bir haber alırsak hepimiz seviniyoruz… Bazen düşünüyorum, farklı şekilde tanısaydım bu anneleri yine dost olur muyduk diye? Keşke bu acının içinde tanışmış olmasaydık… Evet, eski arkadaşlarımız acıyı paylaşıyor, elinden gelen desteği gösteriyor ama empati yaparak anlamaya çalışıyorlar bizleri… Yaslı annelerin ise empati yapmasına gerek kalmadan, tanıdığı yaşadığı bildiği yerden konuşuluyor her şey… Yasın içinde bana en iyi gelen şeylerin başında bu anneler, kız kardeşler… Ve ben hep şunu hayal ediyorum İroş… Bizler, sizsiz kaldığımız bu dünyada nasıl buluştuysak, sizlerin de orda buluştuğunuzu düşünmek rahatlatıyor beni… Evet, şimdi itiraf kısmına geldim… Bak sakın kıskanma deli kız! Hepinizi İren’ imiz, Ayşe’ miz, Ali’ miz diyerek anıyoruz… Ohhh vallahi söyledim rahatladım… Bazen seni onlarla hayal ediyorum dedim ya, yani tahminim yakışıklı abilerin yanından ayrılmadığın yönünde 😊Onların annelerinin tahmini de hepsinin sana ve senin gibi tatlı suratlara abilik yapıp, koruyup kolladığı yönünde… Bazıları ile rüyamda bile gördüm seni… İşte buluştunuz… Biliyorum ben… Bir gün orada hepimiz buluşacağız Balım, hepinizi çok seviyoruz, ben tabii en çok seni, çok çok seni seviyorum… Yanlış anlaşılma olmasın… Küsersin rüyama gelmezsin filan… Seninle böyle deli deli, eğlenceli, şakalaşarak sohbet etmeyi de çok özlemişim aşkım… Ne iyi geldi bir bilsen… Seni çok seviyorum, her şeyini manyak gibi özledim… Çok özledim… Çok çok çok… Orda hep mutlu ve huzurlu olun, sizi çok sevdiğimizi unutmayın! Sana sımsıkı sarılıyorum ve son rüyamızdaki gibi sesli sesli kocaman öpüyorum seni defalarca…

8 Temmuz 2025 Salı

Bu Sınav Kimin Sınavı?

Bugün, İren’ den 15 gün önce trafik kazasında vefat eden Batın’ ın annesinin paylaştığı bir post ile uyandım. O andan beri toparlayamıyorum kendimi. İçimde inanılmaz bir öfke var. Yasın aşamalarından biri olan ve İren’ i kaybettiğimden beri çok nadir hissettiğim öfke duygusu sardı etrafımı.

O kadar farklı şeyler duydum ki yas sürecinde tanıdığım annelerden… Evladını kaybeden bir anneyi, aynı evladın babası evden gönderip başka bir kadın ile evleniyor daha senesi dolmadan desem şaşırırsınız değil mi? Ya da bazı babaların, eşlerine evlat kaybı yaşayan diğer anneler ile iletişim kurmayı yasakladığını söylesem… Ya da bugün okuduğumuz gibi, taksirle evladının ölümüne neden olma suçundan yargılama söz konusuyken bir babanın şikayetinden vazgeçtiğini… 

Ben artık duyduğum hiçbir şeye şaşırmıyorum… Sadece, gerçek anlamda baba olanları tenzih ederek, anneleri ve babaları ayrıştırıyorum yas sürecinde. Ateş düştüğü yeri yakıyor ya, ateş büyük ölçüde annelerin yüreklerinde alevleniyor… 

Bazı babalar… Ah o bazı babalar…

İren’ i morgda gördükten sonra beni hastanenin bahçesine aldılar bir tekerlekli sandalye ile… Birden nasıl kalabalık oldu bilmiyorum… Yanıma her gelene “9. kat 917 numaralı oda. Mavi kod: çocuk” dediğimi, hep bu cümleyi tekrarladığımı hatırlıyorum.

Bir ara, babası yanıma gelip, cenaze işlemlerini nasıl yapacağımızı, hangi camiden kaldırılacağını sordu. O ana kadar bir cenaze işlemi yapılması gerektiğinin farkında bile değildim. “Fark etmez” dediğimi, onun Şişli Camisi olsun mu diye sorduğunu hatırlıyorum. Şişli’ de doğmuştu zaten, Şişli’ den yolcu olsun diye düşündüm ve tamam dedim. Sonra defnedileceği yer konuşulmaya başlandı. Babam, babaannemin üzerine; annem ise dedemin üzerine gömülebileceğini söyledi. Ben ses gelen yöne kafamı çeviriyordum sadece; ne gömülmesi, ne diyordu bu insanlar algılamaya çalışıyordum. O ana kadar her yere birlikte sürüklendiğim tekerlekli sandalyeden bir hışımla kalktım ve “İren kimseyle birlikte gömülmeyecek, biz beraber gömüleceğiz, yeni bir yer alınacak, bende üstüne gömüleceğim, sadece ikimizin olacak” diyerek ekledim babasına “Sende kusura bakma, sadece ikimiz olalım istiyorum”. Ne nahif kadınmışım, orda o anda bile kusura bakma diyebilmişim. 

Bana bir söz verildi. “Söz!” diye bir laf çıktı ağızdan. Peki o söz tutuldu mu?

Evladını kaybettikten sonra, bir anneye verilen o söz tutulmadı…

Her şey çok tazeyken, belki daha 20-25 gün olmuşken kızımı toprağa emanet edeli, mezar tapusu mevzusu çıktı. Efendim, mezarlıklar müdürlüğü mezar yeri alınırken gerekli meblağı kim ödediyse mezar tapusunu onun üstüne verirmiş. Tapunun, velayet sahibi olan anneye verilmesi için, tapu sahibi babanın yapması gereken tek şey üzerimdeki tapuyu annesine devrediyorum şeklinde bir dilekçe yazmasıymış. Yani, bu kadar basit, sadece bir dilekçe. Peki, o dilekçe yazıldı mı? Asla. “Kızım ile son bağım o mezar” cümlesini duydum ben… Diyemedim tabii o ne yapacağını bilmezliğin içinde, keşke evladınla hayattayken bağ kurabilseydin diye.

Gecelerce bu acının içinde bir de bunu neden yaşadığımı düşündüm ve tabii benim meleğim iç sesimle verdi cevabı. “Artık bağını kopar” dedi bana. Ben çok iyi biliyorum ki, benim kızım ile buluşacağım yer o toprak değil. Siz toprak parçasını son bağ olarak nitelendirin. Toprakta buluşulur belki ama cennet bahçesine kabul eder mi İren' im annesine verilen sözü tutmayanları? Ben biraz tanıyorsam etmeyeceğine adım gibi eminim. 

Bir akşam, kapı çaldı ve bir arkadaşı ile yolladığı zarf teslim edildi bana. İçinde kendine ait tapu, yanında da oraya sadece benim gömüleceğimi belirten bir not ile babalık hakkı teslim edildi. Sen İren’ i kaybedince delirmedin, bak ben seni nasıl delirteceğim der gibi. 

Her gün Zincirlikuyu Mezarlıklar Müdürlüğüne gittim. En sonunda hukuk bürosundan, velayet ölüm halinde son bulur zırvası yazan, hepsini okuma gereği dahi duymadığım bir cevap geldi bana… Peki, yine aynı hukuk değil miydi o velayeti bana veren… Rutin velayetlerde olan, hafta sonunu birlikte geçirme, evinde kalma veya yaz tatili gibi uzun dönemlerde 15 gün çocuğu alma hakkını babaya vermeyen aynı hukuk değil miydi? Üç beş tane alt alta yazılmış madde ile mi ölçeceksiniz annelik hakkımızı… Üstelik, yas literatüründe, yas sürecinin devam eden bağlar teorisi ile sürdürülmesinin altı bu kadar çizilirken, hangi hakla bir anneye çocuğun öldü ve anneliğin bitti diyebilirsin... Hukukta yas cahiliymiş! Hukuk insanlıktan çıkmış, haberiniz olsun... 

Ben o günleri yaşarken, ilk kez annelik yapamadığım duygusunu yaşadım… Cenaze işlemleri ile ilgilenemediğim için onlarca kez suçladım kendimi… İren’ imi orda tek başına bırakmış olmanın hüznünü de taşıdım… Bizim sevgimizin, bağımızın bunu hiç hak etmediğini bile bile tüm bunların acıma, İren’ ime yapılmış bir haksızlık olduğunu düşündüm… Sonra dedim ki bu benim sınavım değil, bu beni bu şekilde düşündürenlerin sınavı

Bir hayatın sonlanması ile sadece evladını kaybeden annenin sınavı başlamıyor, çevresindekilerin de merhamet sınavı, vicdan sınavı, insanlık sınavı başlıyor… Görebilene, anlayabilene elbette.

Bu zor durumu, daha da zorlaştıranlara hak helal edilir mi? Onlar, bu sınavı geçebilir mi peki?

Neyse dostlar, Batın’ ın hikayesi, bir annenin bu çaresizlik içindeki yalnızlığı, evladı hayattayken ve artık bu dünyada değilken, tek başına olmanın ne demek olduğunu çok iyi bildiğim bir yerden beni çok etkiledi… Kafanızı şişirdim, ama bir yıldır içimde tuttuklarımda döküldü, rahatladım…

Terapistimin şahane bir tespiti olmuştu bunları anlattığımda:

“Gaye hanım, İren hayattayken anneliğiniz nasılsa şimdi de öyle devam ediyor. Karşı tarafın babalığı nasılsa o da o şekilde devam ediyor. Bir istikrar var, şaşıracağınız bir durum yok ortada.”

Evlatlar annelerin… Sağlığında, hastalığında, varlığında, yokluğunda… Evlatlar, kanun ne derse desin, annelerin…

İşte, bu sabah gördüğüm postta da bir annenin isyanı buydu… “Sadece kağıt üzerinde baba olan şahıs oğlunun davasını satmış! Evlat benim evladım. Onu ben büyüttüm. Senin söz hakkın bile yoktu da kanunlar sayesinde adın geçti kağıtlarda. Oğluna yapamadığın babalıktan da mı utanmadın?” diye isyan ediyor Batın’ ın annesi, evladına hem ana hem baba olan annesi…

Kanunmuş, kanununuz batsın…

Canım Batın, anneciğine gideceğim yarın… O, bu dünyada yalnız kalmayacak merak etme… Sende orda İren’ le buluşmuşsundur umarım…

 

 

 

2 Temmuz 2025 Çarşamba

Vedasızlık

Bir kadın ne zaman anne olur? Evladının varlığını öğrendiğinde mi, onu ilk kez kucağına aldığı anda mı? Yoksa; annelik, çocuğunun büyüme yolculuğuna eşlik ederken anneliğini de geliştirerek oluşturduğun bir şey midir?

İren’ in dünyaya geliş ve gidiş yolculuğu, kayıtlara göre, 12 yıl 2 ay 1 gün 2 saat 44 dakika sürdü. (Hastanelerde, reanimasyon işlemi sonlandırıldığında ölüm saati kayıt altına alınıyormuş. Doğarken dünyaya geldiğimiz anı dakikasıyla yazıyorlar ama gözlerimizi kapadığımız anı bilemiyorlar işte. O dakikayı, evladıyla ilgili her şeyi bildiği gibi, en doğru anneler biliyor.) 

Ben onun varlığını öğrendiğim gün “anne” oldum. Yani benim annelik yolculuğum, 12 yıl 11 ay 5 gün 3 saat 24 dakika. Ve bitmedi! Onu, morgda bıraktığım günde bitmedi, toprağa koyduğum günde… Annelik, evladın bu dünyada olsun olmasın hiç bitmeyecek bir yolculuk. Anneliğin, “kutsal” olarak tanımlanması da bu yüzden bence. Çünkü, anneler evlatlarının varlığını öğrendiği andan itibaren, yokluklarını kabul etmekle baş başa kaldıkları ana kadar, hatta; yokluklarında, onların varlıklarını sürdürerek, çocuklarını kalplerinde büyütmeye devam ettirdikleri kayıp sürecinde de ANNEler! Annelik, bitmeyen bir yolculuk…

Benim bu yolculukta sınıfta kaldığım tek bir gün oldu. O malum gün! O gün içinde birkaç an belki. 

Veda edemeden uğurlamak en sevdiğini… Annelik karnesinde kocaman bir sıfır! Hastane odasına, o anı görmemek için, girememek… Yanına girmeye cesaret edememek… Öylece kalakalmak… Kocaman bir boşlukta, sanki dünya durmuşçasına (keşke dursaydı)… Dünyanın dönmeye devam ettiğini fark ettiğin anda kendini suçlamak… Yanında olmadığının vicdan azabıyla içsel bir hesaplaşmaya girmek, bu manasızlığa bir cevap aramak… Sonra o cevabı bulmak… “Annelikten”… Bulduğun bu cevapla yetinmemek… “Her şeyi de anne olmaya bağlama, korktun işte!” diyerek kendine isyan etmek, öfkelenmek… Anne olduğun için orda olman gerekirdi ile ana yüreğin bunu nasıl kaldıracaktı arasında gidip gelmek… İnkar bu deyip kendini rahatlatmak… Doktorların geri döndürme çabasından kaçarak böyle bir şey olmamış, o son iki nefes gözünün önünde verilmemiş gibi davranmak… Bunun gerçekte olmadığını düşünmek… Bir yanda ilk kez annelik yapamadığını hissetmek, diğer yanda anne olduğun için bu yüzleşmeden kaçtığını bilmek… Günlerce, haftalarca, aylarca vedasızlığın içinde kaybolmak… Sonra bir dost meclisinde ansızın aradığın cevabı bulmak… 

Sevdiklerinin ölümüne yakın deneyimler yaşayanlar, onların dünyaya veda etmeden önce mesajlar verdiklerini söylermiş. İren’ de böyle yapmış. Planladığımız tatil programını mide bulantısından dolayı erteleyeceğimizi öğrenince en yakın arkadaşının annesine “Siz annemle vazgeçmeyin” demiş. Birlikte çıktığımız son tatilden dönünce, “Sayende babama ısınmaya başladım” diyerek veda etmiş ona da. 

Gecelerdir, İren’ in son zamanlarında bana ne mesaj verdiğini düşünüyorum. Aklıma, hastanede kısa uykulara dalıp gözünü her açtığında “Annecim seni çok seviyorum” demesinden başka bir şey gelmiyor. Ve bu şahane cümleye nasıl karşılık verdiğimi bulamıyorum. Silinmiş hafızamdan, yok! (Uykusuz geceleri düşüncelere boğacak yeni bir konu çıktı bana.) 

12 yıllık birlikteliğimizde 'keşke' dediğim nadir anlardan biri oldu son dakikalarında yanında olamamak, elini tutamamak, ona veda edememek. Bunun için gittiği günden beri suçluyordum kendimi. Ta ki düne kadar. 

Bazı bağlar vedaya gerek duymazmış demek ki… Çünkü kopmayacağını bilirmiş demek ki giden… Geride kalan olarak buna ne kadar ihtiyacın olacağını hissederek, sadece seni çok sevdiğini hatırlatmak isteyerek gidermiş bazı gidenler… 

O gün sana söylemişimdir elbet annem, seni çok sevdiğimi, ama senin kadar çok mu söyledim hatırlamıyorum inan. Bende seni çok seviyorum… Seni, sensiz bile sevebilecek kadar çok seviyorum. Sonsuza dek…