Sensizliğimin ikinci yılının ilk günü...
Sensiz geçen bir yılın sonunda (12 ay, 52 hafta, 365 gün, 6
saat) sensizliğimin ikinci eşik yılının ilk günü bugün. Geçtiğimiz bir yılda
birçok eşik zaman yaşadım. Okulların açıldığı gün, doğum günüm, 29 Ekim - 10
Kasım gibi seni hep sahnede gördüğüm törenler, yılbaşı, ara tatiller, doğum
günün, iki bayram, anneler günü, takvimime yeni eklenen ‘yas tutan anneler
günü’, bale resitali günü, karne günü, şampiyonluk günü, yaz tatili ve finali,
adını koyamadığım, o gün ile yaptım (yani dün). Yaptık aslında. Sen olmasan ne
kadar yapılabilirdi bilmiyorum.
Her gün aynı yokluk, eksiklik, aynı acı, hüzün, gözyaşı,
keder… Aynı yas. İki temel farkla… Birincisi, bu 365 günde gözünü açtığın her
yeni güne bir öncekinden daha fazla özlediğini hissederek başlıyorsun.
Dolayısıyla her yeni gün özlemle mücadele etmek demek. Bu savaşı kazanan anne
görmedim henüz. İkincisi, yanında, dizinin dibinde, bir telefon kadar uzağında
olmadığını bildiğin çocuğunu, her yeni günde daha çok severek uyanıyorsun.
Tıpkı bu dünyadayken olduğu gibi. Sevgi büyüyor bir şekilde, uzağında da olsa
büyütebiliyorsun evlat sevgisini.
Kalp öyle bir organ demek ki; sevgiyi büyütürken yokluğunu
asla kabul edemeyen. Beyin ise daha farklı. Yokluğu kabul etmeye çalışırken
yorgun düşüyor. Zaman zaman, kendi deyimimle, ‘veriler alınamıyor, sinyaller
kopuyor’. E haklı tabii. Çünkü beyin hiç dinlenmiyor. 365 gündür, geceleri uyku
moduna geçip dinlenmesi gerekirken ya uykuya direnen annenin keyfini bekliyor
ya da uyurken bile kaybını düşünen anne ile mücadele ediyor. Tam kabul eder
oluyor, içerden ‘Olamaz!’ diyen kalbin sesini duyuyor. Haydaaa sar başa! Beynin
mücadelesi çok anlayacağınız. Çünkü anneler biliyor ki, eğer kendilerini,
beyinlerini meşgul edecek bir şey bulamazlarsa o şahane çılgın cevapsız sorular
zihinlerini kemirmeye başlıyor. O sorular saldırdığında kalpte küsüyor: ‘Bu
kadar büyüttüm yanında hissetmediğin çocuğunu içimde şimdi sen neden beni en
başa götürüyorsun, yumruğun kadar organım, yorulurum bak’ diyor.
Görüyorsun ki kalbinin, evladının yokluğu ile kurduğu bağ
azalmaya başlıyor hemen devreye zihnini oyalayacak, onu cevapsız soruların
saldırısından koruyacak birtakım meşguliyetler bulmaya başlıyorsun. Online’da
sepete bir şeyler atmak, yetmezse mağazaya gidip kabinde denemek, konsantrasyon
gerektirmeyen kısa videolar, diziler izlemek, odaklanabilirsen kitap okumak,
bir eğitime katılmak, yani ben french oje sürüp, çizgileri birbirine eşit
olmadı diyerek defalarca çıkarıp saatlerimi buna harcadığımı bilirim… Her şey
olabilir, ucu bucağı yok. Anlamlı olup olmadığı fark etmez. Yeter ki sorulara
değil başka bir şeye odaklanalım.
Anlayacağınız, bu sarmal içinde iki ileri bir geri, bir
kalbime bakayım bir beynime derken yasın iki temel taşı ile tanışıyor, onları
sanki bunca yıl sana ait parçalar değilmiş gibi yeniden tanıyorsunuz.
Yasın ikinci eşik yılında, kalbimiz ve beynimiz neler
söyleyecek göreceğiz. Ayrılmaz iki parça gibi görünseler de, kalp ve beyin ayrı
şeyler söylüyor. Beyin insanı kemiriyor. Kalp, bu acıya rağmen, genelde güzel
şeyler söylüyor. O yüzden, ben ilk yılda kalbi daha çok sevdim. Çünkü orda İren
en güzel haliyle büyümeye devam ediyor.
Ben kızımı gönlümde büyüttüğüm altı yıl bitirdim. Artık sözümün bittiği dünyayı, kendimi olduğu kadar kabul ettiğim yerdeyim. Dünyadan istifa edemedim. Yine de ; " ölüm satın alınsa alırım" diyen bir başka yüreği yaralı anne gibiyim . Çabadayım ama elimden geldiği kadar 💙 size de sevgiyle sarıldım🫂 geçelim 👣🌍👣
YanıtlaSil