2 Temmuz 2025 Çarşamba

Vedasızlık

Bir kadın ne zaman anne olur? Evladının varlığını öğrendiğinde mi, onu ilk kez kucağına aldığı anda mı? Yoksa; annelik, çocuğunun büyüme yolculuğuna eşlik ederken anneliğini de geliştirerek oluşturduğun bir şey midir?

İren’ in dünyaya geliş ve gidiş yolculuğu, kayıtlara göre, 12 yıl 2 ay 1 gün 2 saat 44 dakika sürdü. (Hastanelerde, reanimasyon işlemi sonlandırıldığında ölüm saati kayıt altına alınıyormuş. Doğarken dünyaya geldiğimiz anı dakikasıyla yazıyorlar ama gözlerimizi kapadığımız anı bilemiyorlar işte. O dakikayı, evladıyla ilgili her şeyi bildiği gibi, en doğru anneler biliyor.) 

Ben onun varlığını öğrendiğim gün “anne” oldum. Yani benim annelik yolculuğum, 12 yıl 11 ay 5 gün 3 saat 24 dakika. Ve bitmedi! Onu, morgda bıraktığım günde bitmedi, toprağa koyduğum günde… Annelik, evladın bu dünyada olsun olmasın hiç bitmeyecek bir yolculuk. Anneliğin, “kutsal” olarak tanımlanması da bu yüzden bence. Çünkü, anneler evlatlarının varlığını öğrendiği andan itibaren, yokluklarını kabul etmekle baş başa kaldıkları ana kadar, hatta; yokluklarında, onların varlıklarını sürdürerek, çocuklarını kalplerinde büyütmeye devam ettirdikleri kayıp sürecinde de ANNEler! Annelik, bitmeyen bir yolculuk…

Benim bu yolculukta sınıfta kaldığım tek bir gün oldu. O malum gün! O gün içinde birkaç an belki. 

Veda edemeden uğurlamak en sevdiğini… Annelik karnesinde kocaman bir sıfır! Hastane odasına, o anı görmemek için, girememek… Yanına girmeye cesaret edememek… Öylece kalakalmak… Kocaman bir boşlukta, sanki dünya durmuşçasına (keşke dursaydı)… Dünyanın dönmeye devam ettiğini fark ettiğin anda kendini suçlamak… Yanında olmadığının vicdan azabıyla içsel bir hesaplaşmaya girmek, bu manasızlığa bir cevap aramak… Sonra o cevabı bulmak… “Annelikten”… Bulduğun bu cevapla yetinmemek… “Her şeyi de anne olmaya bağlama, korktun işte!” diyerek kendine isyan etmek, öfkelenmek… Anne olduğun için orda olman gerekirdi ile ana yüreğin bunu nasıl kaldıracaktı arasında gidip gelmek… İnkar bu deyip kendini rahatlatmak… Doktorların geri döndürme çabasından kaçarak böyle bir şey olmamış, o son iki nefes gözünün önünde verilmemiş gibi davranmak… Bunun gerçekte olmadığını düşünmek… Bir yanda ilk kez annelik yapamadığını hissetmek, diğer yanda anne olduğun için bu yüzleşmeden kaçtığını bilmek… Günlerce, haftalarca, aylarca vedasızlığın içinde kaybolmak… Sonra bir dost meclisinde ansızın aradığın cevabı bulmak… 

Sevdiklerinin ölümüne yakın deneyimler yaşayanlar, onların dünyaya veda etmeden önce mesajlar verdiklerini söylermiş. İren’ de böyle yapmış. Planladığımız tatil programını mide bulantısından dolayı erteleyeceğimizi öğrenince en yakın arkadaşının annesine “Siz annemle vazgeçmeyin” demiş. Birlikte çıktığımız son tatilden dönünce, “Sayende babama ısınmaya başladım” diyerek veda etmiş ona da. 

Gecelerdir, İren’ in son zamanlarında bana ne mesaj verdiğini düşünüyorum. Aklıma, hastanede kısa uykulara dalıp gözünü her açtığında “Annecim seni çok seviyorum” demesinden başka bir şey gelmiyor. Ve bu şahane cümleye nasıl karşılık verdiğimi bulamıyorum. Silinmiş hafızamdan, yok! (Uykusuz geceleri düşüncelere boğacak yeni bir konu çıktı bana.) 

12 yıllık birlikteliğimizde 'keşke' dediğim nadir anlardan biri oldu son dakikalarında yanında olamamak, elini tutamamak, ona veda edememek. Bunun için gittiği günden beri suçluyordum kendimi. Ta ki düne kadar. 

Bazı bağlar vedaya gerek duymazmış demek ki… Çünkü kopmayacağını bilirmiş demek ki giden… Geride kalan olarak buna ne kadar ihtiyacın olacağını hissederek, sadece seni çok sevdiğini hatırlatmak isteyerek gidermiş bazı gidenler… 

O gün sana söylemişimdir elbet annem, seni çok sevdiğimi, ama senin kadar çok mu söyledim hatırlamıyorum inan. Bende seni çok seviyorum… Seni, sensiz bile sevebilecek kadar çok seviyorum. Sonsuza dek… 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder