30 Kasım 2025 Pazar

Gerçek Neydi?

Gerçek neydi?

Doğum muydu, ölüm müydü?

İkisi arasında geçen zamanda yaşananlar, anılar mıydı yoksa ölümden sonra geride kalanın yaşadıkları mıydı?

Gerçek, fotoğraflara bakarken sanki o zamanların gerçekliğini reddedermişçesine başını sallamak, gözünü resimlerden kaçırmak mıydı?

Gerçek, her zaman oturduğu koltukta, yatağında, çalışma masasında onu görmeyi beklerken görmemek miydi?

Gerçek, bilmediğin bir yerde başlayan hikayenizin, yine bilmediğin o yerde sonlanması mıydı? Ya da o yerde devam edecek olması mıydı? Buna inanmak mıydı gerçek?

Gerçek, sık sık “böyle bir şey olmuş olabilir mi?” diye kendine sorarken, o acı gerçeği ağzından çıkaramamak mıydı? Cevapsız bırakmak mıydı bu soruyu?

Ayrıca, yine sık sık “biz o 12 yılı birlikte yaşadık mı?” diye sormak mıydı kendine? Cılız bir “evet” cevabını fısıldamak mıydı özlemekten sızlayan kalbine. O “evet” diyen iç sesini duyduğunda, “peki şimdi nerde, ne oldu, neden oldu, böyle bir şey oldu mu hakikaten?” diye ardı arkası kesilmeyen soruları sorup, yine cevap verememek miydi?

Gerçek neydi? 


Benim bildiğim ‘gerçek hayatlarda’ çocuklar annelerinden önce ölmüyordu oysa ki. Demek ki bu yaşıma kadar bildiğim hiçbir gerçek yokmuş bu dünyada! Sahte bir şeyin içinde yaşamışım bunca yıl. Ama, o sahteliğin içinde, bildiğim bir gerçek vardı, SEN!

Sensiz kalan hayatım ne kadar gerçek olabilir ki?

Gerçek diye bir şey yok!

Her şey yalan!


29 Kasım 2025 Cumartesi

Yas Tutan Evladının Acısıyla Yaşamak

“Evladını kaybeden bir annenin acısıyla, yasıyla aynı evde yaşamak nasıl bir şey?”

 

İroş’um,

Bugün cumartesi. Genelde haftasonlarını anneannen ve dedenle geçirmek istiyorum. Senin öğrettiğin gibi dayanışma içinde. Bugün de öyle oldu. Birlikte yola çıktık, biraz dolaştık. Dedeciğin yanımızdan ayrılınca, anneannen ağlamaya başladı. Hepimiz saklıyoruz birbirimizden gözyaşlarımızı ama bazen tutulamıyor. Ağlayan suçlu hissediyor kendini diğerini de üzmekten korktuğundan.

“Neden ağlıyorsun?” diye sordum anneannene. Uzun bir sessizlik oldu. “Bana bu gözyaşların değil mi?” dedim. Başını sallayabildi sadece.

“Haklısın, ağlanacak haldeyim.”

“Hepimiz.”

“Evladını kaybeden bir annenin acısıyla, yasıyla aynı evde yaşamak nasıl bir şey?” dedim. “Seninle böyle bir video çeksek, sen anlatsan ve paylaşsak” teklifimi redetti “Ben anlatamam, sen yaz” diyerek.

Anneannende bir anne. Evlat kaç yaşında olursa olsun, evlat işte! Hiç büyümeyen, bu acının içinde bile büyümüş olunacağı kabul edilemeyen.

Senden sonra ki, ilk aylarda, belki de en sinirlendiğim kişiydi anneannen, yani annem! Her şefkat gösterdiğinde, her soru sorduğunda, her şunu yer misin bunu içer misin, onu mu hazırlayayım bunu mu pişireyim dediğinde, anneannene bana annelik yapmaya devam ettiği için sinirleniyordum. Önceleri sessizce cevap veriyordum, suskunluğumdan anlar diye; sonraları hayata, gidişine olan tüm öfkemi ondan çıkarırmışçasına “Sorma”, “Gelme”, “İlgilenme” diyerek kalbini kırıyordum. Ama her kötü olduğumda da onun şefkatine sığınıyordum.

Bir gün dürüstçe konuştum. Bu içten davranışlarının bana iyi hissettirmediğini, benim “Ne istersin?” diye soracağım evladım yokken onun anneliğinin devam ediyor olmasının bana fazla geldiğini anlattım. Evlatları hayatta olduğu için benden çok daha şanslı bir kadın olduğunu da ekledim.

Ağladı anneannen, zaten bilirsin ki gözünün ucundadır hep yaşları. Alınmadı, kırılmadı, kızmadı. Ne yapması gerektiğini bilemediğini, ben nasıl davranmasını istersem öyle yapacağını söyledi ve böyle hissedebileceğimi düşünemediği için özür diledi bir de üstüne.

Anneannen, anneliğin ne olduğunu hatırlattı bana bir cümlesi ile.

Benden çok daha şanslı bir kadındı ama bugünkü sohbetimizde gördüm ki pek öyle değilmiş.

Evladını kaybeden bir annenin annesi olmakta çok zormuş.

16 ayın sonunda, halen geceleri ben uyumadan uyumuyor mesela. Ve tilki uykusunda, “gık” desem yanı başımda buluyorum onu. “Ben buradayım” diyor. İlk zamanlarda, bir bebeği uyutur gibi dizlerine yatırarak uyutuyordu beni. Geceleri, nefes alamadan boğularak uyandığım her anda, elinde bir bardak su ile bekliyordu başımda. Attığım bilinçsiz çığlıklara çaresiz gözyaşları ile eşlik ediyordu. Donuk bakışlarımı boş duvarlara kilitlediğimde, “Ambulans” demesiyle kendime geliyordum (çünkü hiçbir anne evladı için ‘gelmeyen’ ambulansı beklememeliydi!).

Siz, uyurken ağlayan birini gördünüz mü hiç? 

Benim annem, uykusunda ağlayan kızını izliyor uzun zamandır. Ve uyandırmakla uyandırmamak arasında ikilemde kalıyor çünkü eğer İren’ li bir rüya görüyorsam ve uyandırıldıysam nasıl kızacağımı biliyor.

Evladını kaybeden sadece ben miyim bu çatının altında?

Anneler, evlatlarının her derdine derman olmak ister ve çoğunlukla bir yolunu da bulur. Bu derde derman olamamak bir anne için çok sarsıcı değil mi?

Yas çaresizliğine, çare olamadan eşlik eden bir anne, nefes almaya devam eden evladının da yasını tutmaz mı?

‘Anneannesi’ senin cümlelerin ile bitireyim:

“Evladını kaybeden bir annenin acısıyla, yasıyla aynı evde yaşamak nasıl bir şey?”

“Daha önce görmediğin şeyleri görüyorsun. Evde herkesin buluştuğu sofrada buluşmamak gibi, derin bir sessizlik içinde oturmak gibi, uykusunda ağlayan birini görmek gibi… Çok şey yapmak istesende ne yapacağını bilememek gibi… Bir şeyler söylemek istesende doğru zaman mı emin olamadığın için susmak gibi… İlk defa böyle bir şey yaşıyoruz, kimse yaşamasın, bu son olsun… Seninle görüp öğreniyoruz ama bilemiyoruz… Hem torununun yokluğuna, hem evladının haline üzülmek, iki taraflı acı. Seni üzmemek için gözyaşlarını saklamak gibi, tutamayıp belli ettiğinde hem sana hem İren’ e karşı kendini suçlu hissetmek gibi… Anneni üzdüm diye ondan özür dilemek gibi… Anlatması çok zor, şahit olup yaşaması da… Ne gidenine, ne kalanına bir anne olarak derman olamamak ruhumu yaşlandırdı…”

Senin ruhun, enerjin hepimizden genç ‘anneannesi’

(Yeterince ağladıysak, tatlı bir anı tebessüm olsun yüzümüzde… “Anneannesi, İren mamasını nasıl yedi bak…” “Anneannesi, İren ne yaptı biliyor musun?” gibi cümleleri sık duyduğundan olsa gerek; konuşmaya yeni başladığında, İroş, ‘anneanne’ yerine ‘anneannesi’ diyerek seslenirdi anneannesine.)

Seni çok seviyoruz ‘anneannesi’

22 Kasım 2025 Cumartesi

İren' li Hayaller

Kaç tane İren var hayatımda, gittiği günden beri…

Kaç tane İren’ li hayalim var, gittiği günden beri…


Bazen, İren’ den bahsederken, geçen seneyi sanki o varmış gibi anlattığımı fark ediyorum. 7. sınıftayken şöyle yapmıştı derken buluyorum kendimi. Oysa, kitaplarını bile aldığımız, 7. sınıfa başlayamadı ki…

Özellikle pazar sabahları, derinden hissediyorum yokluğunu (belki de bu yüzden pazarları hiç çıkmak istemiyorum yataktan)… Güzel bir pazar kahvaltısı hazırlamak istiyorum ona. Kahvaltı hazır olduğunda, odasına gidip koklayarak ve gıdısından öperek, “Hazır kahvaltı, senin sevdiğin gibi yaptım yumurtayı.” demek istiyorum. Çaylarımızı keyifle içmek, beraber TV izlemek, kitap okuma saatlerimize devam etmek; O, ödevlerini yaparken evi toparlamak, “Anne, akşama hamburger yapalım mı, yanına da patates kızartalım mı?” demesini duymak istiyorum. Ne kadar basit hayaller değil mi? Maalesef, artık sadece hayaller 😞

Hafta içinde, her “Geç kalacağız, hadi uyan artık” dediğimde, “5 dakika daha” desin istiyorum. Bir zamanlar duymaktan bıktığım “5 dakika daha” cümlesini bile özlüyorum. Onunla 5 dakikamın daha olması için neler vermezdim.

Bazen, şunu hayal ediyorum... Yılda bir kere 5 dakika izin verilse görüşmemize... Hızlıca, oralarda ne halde olduğunu anlatırken duysam sesini, sarılırken çeksem kokusunu içime, öpmelere doyamasak birbirimizi... Saçlarını okşarken dokunabilsem yüzüne...   

İren bu hastalık ile karşılaşmamış olsaydı, her şey eski rutinimizde devam edecekti. Birinci hayalim bu… Gittiği günden beri, hayatımda bıraktığı izler ve devam eden yaşanmış varlığı ile…

İkinci hayalim ise, hastalığının tedavi edilmiş olması ile başlıyor. Sonrasında, uzun süre alması gereken fizik tedavi sürecinde okula devam edemeyeceğini düşünüyorum ya da çekeceği ağrıları, yaşayacağı psikolojik travmayı. Bu hayali, acı çekeceğini düşündüğüm için sevmiyorum. Ama, ne olursa olsun yanımda olacaktı… Belki de bencillik bu. Geride kalanın, kendini düşünme hali… 

Üçüncü hayalimde, İren’ i okula, tekerlekli sandalye ile getirdiğimi düşünüyorum. O kadar merhametli arkadaşları var ki, İren’ e nasıl destek olabileceklerini tahmin edebiliyorum. Bu hayali, bir öncekine göre daha çok seviyorum çünkü hem yanımda olacaktı, hem hayatta, hem de okulunda… 

Dördüncü hayalim, şu an olduğu yerde tezahür ediyor. Cennetini hayal ediyorum İren’ imin. Merakla, özlemle, sevgiyle, gözyaşı ile… Mutlaka Galatasaray ve ayran vardır içinde 😊 Ve tabii ben 💜

Gittiği günden beri, hayatımda, tek bir İren olmadı: Sağlıklı günlerindeki İren… Tedavi şansı olan ve iyi sonuç alınamamış olan İren… Tedavi şansı olan ve tamamen iyileşmiş olan İren… Ve cennetteki İren… 

Gittiği günden beri, hayatımda, tek bir İren’ li hayal olmadı ancak bütün hayaller hep aynı yerde kesişti… 

Her nerede olursa olsun, her ne halde olursa olsun, o benim eşsizim, o benim en sevdiğim, o benim sevmekten asla vazgeçmeyeceğim… 

Bütün hayallerim, gözyaşları ile yıkanmış sonsuz sevginin kapısında birleşiyor… Biri yanına umudu katıyor, diğeri mutluluğu, diğeri kaygıyı, diğeri merakı, diğeri çaresiz özlemi. Yani, evladın yanındayken kurduğun hayallerde yaşadığın tüm duygular, o bu dünyada yokken de aynı şekilde devam ediyor... Annelikten... 

Hayatım, seni hayal ederken sonlansın Balım… Ve en büyük hayalim gerçekleşsin, kavuşalım orada, hayallerimde ki gibi olmasa da olur... Yeter ki kavuşalım...