2 Ocak 2025 Perşembe

“Birlikte eskimek çok güzel, eksilmedikçe…”

Bu yazıyı, yeni bir yıla umutla giren hiç kimseyi üzmek için yazmıyorum… Amacım sadece hislerimi paylaşarak kendime şifa olabilmek…

Yas sürecinde, özel günler daha sarsıcı oluyor…

Bu süreçte; bizim için çok anlamlı olan; doğum günleri, İren’ in her yıl görev aldığı okuldaki törenler gibi birkaç özel gün geçirdik. Hepsi acıttı ancak, eski yaşantımda çok anlam yüklemediğim yılbaşı, yüreğime bir bıçak sapladı. Yetmedi, kalbimin ortasında çevirip durdu o bıçağı…

Tüm “İyi seneler” dilekleri gözlerimden yaş olarak süzüldü…

İçinde “iyi” kelimesinin geçtiği hiçbir şeyi duymak istemiyor insan yas sürecinde. Ne iyi olabilir ki, bundan sonra yeni bir yıl ya da hayatın kalanı ne kadar iyi olabilir?

O sofra eksikti… Çorbalarımızı içerken bu eksikliğe döktük gözyaşlarımızı ailece… Önce biri kalktı masadan, sonra diğeri… Ben kendimi, soğuk havaya rağmen, balkona attım. Ve orda her yeni yıla girerken İren’ le biriktirdiğimiz anıları hatırladım… Daha çok ağladım ama tebessümde edebildim anılarımıza tutunarak…

Her çocuk gibi, İren içinde yeni bir yıla girecek olmak heyecan vericiydi. Günler öncesinde, anneannesine yemek listesi hazırlardı çok yiyen bir çocukmuş gibi. Haftalar öncesinde istediklerini seçer ve kimin ne alacağını belirleyerek, bir nevi görev paylaşımında bulunurdu. Ben genelde, O, hediyesini seçmeden almış olurdum. Sonra kendi istediği şeyi söylediğinde, “Bunu alamam, çok pahalıymış.” derdim. Yılbaşı ağacının altına koyulan paketleri 00.00’ ı bekleyemeden açardı. Benim alamam diyerek almadığımı sandığı hediyeyi gördüğünde şaşırıp, çok sevinirdi. Sonra alıştı bu yaratıcı sürpriz yapma şeklime ve “Alacağını biliyordum zaten, hep alamam deyip alıyorsun.” derdi. Yine de yüzünden okunurdu sevinci. 00.00’ da önce anne-kız kucaklaşmamızı yapardık. Atılan havai fişekleri balkondan izlerken telaşla “Çok yaklaşma, dikkat et!” demeden alamazdım kendimi 15. katta oturduğumuzu hatırlatarak. Tabi, benim uykum ondan önce gelirdi ve O, ısrarla ertesi gün tatil olduğu için sabaha kadar oturmak istediğini söylerdi. Geç saatlerde uyumak çocuklar için büyümenin bir göstergesi. Ve 1 Ocak… Her 1 Ocak, anne-kız birbirimizin yanına uzandığımız, dakikalarca yatakta keyif yaparak sımsıkı sarıldığımız bir gündü.

“Dedeme söylesem bizi dışarı götürür mü?”

Her 1 Ocak, İren’ in sevdiği bir yerde ailece yapılan kahvaltı ile başlardı.

2024 eksik bıraktı beni… 2025 ve sonrasının da bu eksikliği tamamlayamayacağı aşikar. O yüzden, aslında yeni bir yılın sadece takvimden bir yaprak götürdüğünü kabul ederek devam etmek lazım belki de… Ama bu dile geldiği kadar kolay olmuyor maalesef… İnsan arıyor, arıyor, arıyor ve yasın karmaşık çaresizliği içinde aradığını bulamadan yeni bir güne uyanıyor… Her gün gibi olduğunu bilsen de özel günler daha da sarsıcı oluyor…

Nazım Hikmet’ in “Birlikte eskimek çok güzel, eksilmedikçe…” sözüyle eksilmeyeceğiniz bir yeni yıl diliyorum hepinize… Eksilmenin ne kadar kıyıcı bir duygu olduğunu bilerek...

27 Aralık 2024 Cuma

Özgür Dede' nin Özgür Kızı

Bugün, babamın doğum günü… Çok sevdiği torunu yanında olmadan, İren’ siz ilk özel gününü yaşıyor maalesef… Ben, Eylül ayında İren’ siz ilk özel günü deneyimlediğim için, babamın bugün yaşayacağı yokluk hissini tanıyorum. O yüzden, belki bu yokluk hissini İren’ le dolu anılarıyla bir nebze doldurabilirim diye düşünerek, bugün babamı ve onun dedeliğini anlatmak istedim…

Benim babam çok başka bir insandır! Klasik babalardan öyle farklıdır ki, çoğu zaman en yakın arkadaşımdır… Beni de çok başka sever, aslında o bütün çocukları çok sever… Bütün çocuklar da onu… Bugüne dek iletişim kuramadığı bir çocuk olduğunu görmediğimizden, ailece, onun ‘çocuk perisi’ olduğuna inanırız…

Dünyaya bir bebek getirme kararı almamı hızlandıranda aslında babamın sonsuz sevgisiydi! Abimin çocuğunu gördü, benimkini de görsün, toruna doysun istedim… Ama sadece dedesi değil, hiç birimiz ona doyamadan gitti İren’ im…

Hamile olduğumu öğrenir öğrenmez, babamın ilk lafı “Ben, onu kimseye bırakmam, ona ben bakacağım.” oldu… 

Ve aynen dediğini yaptı! İren’ e dedesi baktı, hem de ‘benim’ diyen anneden iyi baktı…

Çok sakindi… Bebekler telaşı sevmez ama anneler hep bir telaş içindedir… Yemek pişecek, alt değişecek, banyo yapılacak, çamaşır, ütü derken hep koşturandır anne… Bu durum zaman zaman bebeğimizi rahatsız eder… 

Mama saatini, ilaç saatini hep takip ederdi dedesi… İren’ i görmediği günler telefon eder, sorguya çekerdi… 

- “Yedi mi, ilacı verdin mi, kaka yaptı mı, keyfi nasıl?”

Ertesi gün mutlaka “Çok özlüyorum, duramıyorum!” der, gelirdi.

İren’ le dedesinin ilişkisi öyle bir boyuttaydı ki, 4 yaşına kadar benden daha çok dedesine bağlıydı… Gece uyandığında ‘Anne’ yerine, ‘Dede’ diye seslenen bir çocuktu. Ve babama göre, bizler ona iyi bakamıyorduk. Çünkü her dediğini yapmıyor, bazı isteklerine “Olmaz!” diyorduk… Bu sebeplerden dolayı babamla o kadar karşı karşıya geldim ki İren’ in büyüme sürecinde… Anaokulunda öğretmenleri babamı görüşmeye çağırmıştı kuralları esnetmeyelim demek için… İren’ in babası ile ayrıldıktan sonra, “Asla yüzüne bakmam.” dediği eski eşime; İren’ in “Dede, babamla neden konuşmuyorsun? Ben barışmanızı istiyorum.” demesiyle, evinin kapısını sonuna kadar açtı.

İşte tam da bu nedenlerden ötürü ve İren’ den önce şu dünyada en sevdiğim insan olmasından dolayı, kızıma babamın ismini vermek istedim…

Ailenin yeni üyesine isim bulmak ayrı bir telaştır… İnternetten bakmak, sözlük almak, listeler hazırlamak vb. Ben, bu isim bulma telaşında hiç zorlanmadım…

‘Özgür’ olsun kızımın adı dedim ve internetten ‘Özgür’ anlamına gelen isimleri ararken İREN’ i buldum. Kızımın, “Özgür Dede'nin Özgür Kızı” olmasını istedim…

Yani, İREN demek ÖZGÜR demek, yani DEDE demek, yani BABAM demek!

İren’ in ismini aldığı Özgür Dede’ si, İren’ e hem dedelik hem babalık yapan babam… Bu sene burukta olsa “İyi ki doğdun!” demek istedim sana… İyi ki senin gibi rol modelle, senin gibi onu kocaman, dolu dolu seven bir dede ile büyüdü İren’ im… “Özgür Dede'nin Özgür Kızı”, artık, sonsuzlukta melek kanatları ile özgürce yaşamaya devam ediyor…

12 Aralık 2024 Perşembe

Ve Sen...

Dünyaya gözünü açtın.

Büyüdün.

Büyürken beni de büyüttün.

İçimdeki sevgiyi, sana özlemimi, sabrımı, uykusuzluğumu.

Her şeyimi büyüttüm seninle.

Anne oldum.

Öğrendim!

Bir insanın başka bir insanı koşulsuz sevmesinin mümkün olduğunu.

Hayatta kendi canından daha kıymetli bir can olabileceğini.

Bu yüzden her gün koşarak geldim sana.

Çıkaramadığın gaz beni şişirdi.

Yemediğin yemek boğazıma dizildi.

Gülüşünle kahkahalara boğuldum.

Gözündeki yaş içime aktı.

Ateşin beni yaktı.

Sen yürüdün, ben koştum.

Sen bir 'anne' dedin, ben bin 'anne' duydum.

Ve sen bir öldün, ben bin!

3 Aralık 2024 Salı

Yastayım ve Minnetarım!

YASTAYIM!

Ve yanımda olan herkese MİNNETTARIM!

Her ağladığımda "Ağla! İçini dök!" derken gözleri dolanlara…

“Gülmekten çekinme! Bundan sonra beş ağlayacaksın, bir güleceksin!” diyenlere…

"Üzerinde eşyalarını mı taşıyorsun? Bende dokunabilir miyim?" diye soranlara…

"Seni seviyorum.” derken sarılanlara…

"Hayata devam etmen, onu unutman demek değil. Hiçbirimiz İren’ i unutmayacağız, unutturmayacağız!" diyenlere…

“Senin için ne yapabilirim?” diye soranlara…

Rüyasında İren’ i görünce, koşa koşa gelip anlatanlara…

“Aklımdasın.” diyenlere…

"Eşyalarını toplamaya karar verdiğinde yardıma gelmemi ister misin?" diye soranlara…

"Yanında kalmamı ister misin?" ya da “Yalnız kalmak ister misin?” diyerek anlayış gösterenlere…

“Bende seninle kabristana gelmek istiyorum.” diyenlere…

“Nasılsın?” yerine “Ne haldesin?” diye soranlara…

Tüm bunları sözde bırakmayıp, eyleme dökenlere…

Hastanede sessiz bir ordu olanlara, cenazede beni ayakta tutmaya çalışan kollara, kabristanda dengesini kaybetmiş bedenime yastık olanlara…

İREN’ imi her fırsatta ananlara…

MİNNETTARIM!

“Bazen birinin senin için orada olmasına ihtiyacın vardır. Sorunu çözmek ya da tavsiye vermek ya da herhangi bir şey yapmak için değil fakat sadece orada olmak için. Orada bulunmak, hissettiklerinle mevcut olmak ve içinden geçtiklerini (başına gelenleri) görmek için.” – Yas ve Ölüm Bilgeliği https://www.instagram.com/yasveolumbilgeligi/

Yastayım ve Hastayım!

YASTAYIM!

İyi niyetle söylendiğinden şüphe duymasam da bazı teselli cümlelerine HASTAYIM!

"Ağlama!"

Gülüp eğlenelim o halde!

"Ağlarsan sularda kalır!"

Hadi ya! Kaç metreküp?

"Yüksek sesle ağlarsan kabir azabı çeker!"

Kaç desibelde artıyor azap?

"Seni böyle görmek istemez!"

Sahi, o kadar yakından tanırdın ki, en iyi sen bilirsin beni nasıl görmek isteyeceğini.

"Sana şefaatçi olacak!"

Ah! Beni cennete almak için kendini mi feda etti yani?

"7’si, 40’ ı, 52’ si yapmana gerek yok!"

Sen bir yakınını kaybedersen yapmazsın ya da yaparsın, beni ilgilendirmez. Sadece kararına saygı duyar, yanında olurum. Beni manevi olarak iyi hissettiriyor. 

"Fotoğraflarına bakma, videolarını izleme!"

Ama özlüyorum, hatta unutmaktan korkuyorum, biliyor musun?

"Eşyalarını vermezsen huzursuz olur!"

Dünya malı dünyada kalmıyor muydu?

"Ona ait eşyaları kaldır! Odasının yerine yeni bir oda yap!"

Sende tasarımını yap, hemen yarın başlayalım!

"Başka bir çocuk yaparsın!"

Ben bir oyuncak kaybetmedim ki. Yerini hiçbir şey dolduramaz, yerine hiçbir şey konamaz! Farkındasın inşallah!

"Psikolojin bozuldu."

Yooo, ben 'bilinçli deliyim'! Ne kadar çok istedim aklımı kaçırıp, soğuk bir hastane odasında kolumda bir serumla yatmayı bir bilsen. Aksine, psikolojim o kadar sağlam ki; yasımın her aşamasını, evladını kaybetmenin acısını, yokluğunu, çaresizliğini ve özlemini her an her hücremde hissediyorum.

Bir de kötü niyetle söylendiğinden şüphe duymadığım bir cümle var. Buna hasta değilim! Onu söyleyen HASTA!

"Kemikleri sızlasın, ruhu hortlasın!"

Senin de yüreğin sızlasın, vicdanın hortlasın! Varsa tabii!

(Hiç kimse yazdığım şu son cümleyi sevdiği birini kaybetmiş herhangi birine söylemez. Okurken, bu kadar da olmaz diyorsunuzdur muhtemelen. Ben bu cümleyi, İren’ i kaybedişimizin ikinci ayında, o günü nasıl geçireceğimin çaresizliğini yaşarken duydum. Hem de bir kız çocuğu annesinden. Bir anneden yani… Anneden! Herhangi birinden duysam cehaletine, vicdansızlığına, edep ve empati yoksunluğuna verebilirdim belki ama bir anneden duydum! Benim gözümde anne olamamış bir anneden; insan olamamış bir insandan… O yüzden, söylenecek çok şey olmasına rağmen, “Yüreğin sızlasın, vicdanın hortlasın. Varsa tabii!” diyebiliyorum sadece.)

YASTAYIM!

Bazı teselli cümlelerine ise HASTAYIM! 

Çünkü, bu cümleler yas tutan kişinin zihninde oluşan yüzlerce soruya yenilerini ekliyor. Bizim için çok özel bir yerde olan, hayatımıza anlam katan, eşsiz parçalarımızın dünyadan ayrılması ile tüm değerinin kaybolduğunu, yaşadığımız durumun önemsenmediğini hissettiriyor. 

Teselli etmek adına söylenen bu gibi cümleler, bizim yüreğimize ok gibi saplanıyor. Yaramız daha da kanıyor... 


2 Aralık 2024 Pazartesi

Yasın Öğretilerinden Bir Kesit

Haftanın son iş gününün erken saatlerinde telefonum çaldığı gibi kapandı. Bizim evdeki yaşlıların huyudur bu. Yanlışlıkla bir tuşa basarlar ve kaparlar. Yine öyle olduğunu düşünürken, “Yanlış aradım” yazan bir mesaj geldi annemden. Yanılmamıştım. 

Öğleden sonra, iş çıkışı bir arkadaşımla yemeğe gideceğimi söylemek için aradım annemi. Gayet normal konuştuk. Akşam eve döndüğümde, kapıyı açmaya çalışırken içerden gelen bir ağlama sesi duydum. Panikle girdim. Annem hüngür hüngür ağlayarak telefonda konuşuyordu. “Ne oldu?” diye sorarken, annemin “Ultrasonla tomografi çekildi.” dediğini duydum. 

Üç gün önce, annemden kolonoskopi ile bir parça alınarak patolojiye gönderilmişti. Aklıma ilk gelen patoloji sonucunun kötü çıktığı oldu. Ben “Ne oldu?” diye bağırmaya başlayınca, annem eli ile sakin ol der gibi bir işaret yaptı. Babam ise “Bir şey yok.” diyordu. Peki, bu ultrasonla tomografi çekimini; sonradan teyzem olduğunu öğrendiğim; telefonda konuştuğu kişiye neden ağlayarak anlatıyordu. Bir şey olmuştu belli ki. 

Babamın “Anneannen” demesi ile kendimi anneannemin odasına attım. Gördüğüm manzarayı anlatamam. Elleri, kolları, burnu, göz altları mosmor, kafasında pansuman yapılmış koskoca bir şişlik, saçlarında kurumuş kanlar… 

Meğer, sabahın erken saatlerinde telefonum yanlışlıkla çalmamış. Annem, ambulans ile hastaneye giderken aramış beni ve birden vazgeçmiş. Anneannem tuvalette düşmüş. Başını lavaboya çarpmış. İnlemesini duyunca koşmuşlar. Kan gölü olmuş etraf. 

Sonrası, bir sağlık travması... 112’den ambulansın gelmesi için 30 dakika beklenilmiş. O halde! Ambulansın sedyesi olmadığı için başka bir ekip gelmiş… 30 dakika olmuş 45 dakika!

Annem, tüm gün hastane koridorunda beklemiş. Benim eve döndüğüm saatlerde de taburcu edilmiş anneannem. 

O kadar kızdım ki! Önce, annemin bunu benden saklamasına… Anladım tabii aynı travmayı tekrar yaşamamı istemediğini. Ancak, göremediği bir şey vardı. Ben orda annemin yanında olmak isterdim. Çünkü, içerden kötü bir haber gelse, yalnızken duyacaktı, tıpkı benim İren’ i kaybettiğimizi duyduğum gibi. Annem, benim onun omzuna bir el olmak isteyeceğimi düşünemedi. 

Biliyor musunuz, ben İren’ i kaybettikten sonra, annemin bana her “Bir şey ister misin?” sorusuna, her beni düşünen davranışına içten içe sinir oldum. Tahammül edemedim öz annemin annelik rolüne. Bu durumun onu çok üzeceğini düşündüğüm için paylaşmadım duygularımı uzun süre. Bir gün dayanamadım ve söyledim. Annem ne mi yaptı? Büyük bir olgunlukla, “Sana kötü hissettireceğimi düşünemedim. Bir şey sormam bundan sonra, ne demem gerekiyorsa sen bana söyle öyle konuşayım.” dedi. Bana anneliğin ne olduğunu hatırlattı. 

O kadar kızdım ki! Koskoca İstanbul’da 112’ den ambulansın gelememesine… Gelen ambulansta sedye olmamasına… Sedyeli ambulansın beklenilmesine... 4 ay önce yaşadıklarımıza benzer bir ambulans krizi... Ve öldürmeyen Allah öldürmüyor! 

Sormuş annem neden geç geldiklerini. “Teyze, ambulans yok ki!” demişler… “Onu en iyi ben bilirim!” derdim orda olsaydım… Malum, bizde nakil için ambulans talep ettiğimizde 4-5 saat sonra geleceklerini söylemişlerdi… Özel ambulansın gelişi de 112' yi pek aratmadı... Zahmet etmeyin canım, çocuk hayata gözlerini yumdu zaten siz gelene kadar! 

Annem ambulansa binmek isteyince izin vermemişler, yasakmış. Arabası yok. Oturduğumuz semtte taksi bulmakta kolay değil… Kuralları anlıyorum ancak sen önce gelmen gereken zamanda, gerekli ekipmanınla gel de sonra kaidelerini ortaya koy demekten alamıyorum kendimi. 

Demek ki, ambulans İren’ e nakil için yetişebilseydi beni almayacaklardı yanına. Oysa, biz  beraber gideceğimizi konuşmuştuk. O; önde ambulansla, ben arkada bir taksiyle hastaneye varmış olsaydık ve “Kaybettik!” cümlesini orda duysaydım; “Siz benim çocuğuma ambulansta ne yaptınız?” diye soracağımı, "Hastanede kalbi dursaydı müdahale edilebilirdi." diyeceğimi, yaşayacağım suçluluk duygusunu, pişmanlığı düşündüm. 

Yani, senaryo bu şekilde yazılmış olsaydı, bugüne kadar ambulansın gelmemesi üzerine sorduğum soruların yerini neden hastanede kalmadığımız alacaktı. 

Bunları düşünürken, “Annesin işte! Hayattaki en büyük gayen evladını yaşatmak. Nerde, ne şekilde olursa olsun 130 gündür sorduğun neden, niçin, ne yapmalıydın, ne yapmamalıydın sorularının hepsi aslında evladını yaşatmak, hatta geri getiremeyeceğini bile bile, geri döndürmek için çaresiz bir çaba çünkü Annesin işte!” dedim kendime. Ve yine teslim oldum kadere!

Sonra aklıma, yaşları 99, 76, 74 ve 42 olmak üzere dört yaşlının, 12 yaşındaki İren’ imle aynı evde olduğu ve bu sıranın nasıl şaştığını sorduğum günler geldi… Hatta, tüm çocukluğumu birlikte geçirdiğim, zaman zaman “Anne” diye seslendiğim anneannemin yanına, olanlar sanki onun kabahatiymiş gibi, haftalarca giremediğim için kendimle olan içsel mücadele geldi. İren’ i kaybettikten sonra, sığınağım olan balkonda hep şu cümleyi kurdum: “Bundan sonra beni hiçbir şey üzemez!”

Ben haftanın son iş gününün akşamında korktum… Ve anladım ki, “Bundan sonra beni hiçbir şey İren’ in kaybı kadar üzemez!”

Kalbimin, bu derin acı içinde, başka bir travmaya ya da kayba burulabileceğini fark ettim. İnsan olduğumu yeniden hissettim. 

Yas, bana bugün de çok şey öğrettiğin için teşekkür ederim…

1 Aralık 2024 Pazar

"Yaslı Normal"

Sabah ezanıyla uyandım bugün. Bu saatte kalktığım görülmemiştir hiç. Normalde uyumayı çok severdim. -di’ li geçmiş zaman kullanıyorum çünkü uyumayı sevmiyorum artık. Doğan her güneşle, İren’ in yokluğuna yeniden açıyorum gözümü. Bu histen nefret ettiğim için uykuya direniyorum.

“Normal mi kaldı?” diyorum kendi kendime. Pandemi döneminde “Yeni Normal” diye bir terim türemişti. Benimki de “Yaslı Normal” olsun o halde.

Asla yapmam dediğim her şeyi yapar oldum “Yaslı Normal” de.

Mesela, uyandığımda kahvaltı hazır olsun isterdim hep. Ailece hafta sonu kahvaltısı yapmak kadar keyif veren bir şey yoktu. “Yaslı Normal” de bir kahve içeyim yeter der oldum.

Günün, hatta haftanın tüm işlerini telefon ajandama kaydederek planlardım. “Yaslı Normal” de ileriye yönelik hiçbir plan yapmamaya başladım. “Kısmetse olur”, “O zaman gelsin bakarız” gibi cümleler ekledim lügatıma.

Mesela, eskiden, İren arabadaysa onu tehlikeye atmamak için; yalnızsam İren’ e sağ salim kavuşmak için kendimce belirlediğim bir hız limiti vardı. Şimdi, “Yaslı Normalde” sol şeritten bastır. Ne var yani, kaza yapsam sonunda ölüm var diye mi korkacağım?

Geç kalacağım randevular bütün günümün stresle geçmesine neden olurdu eskiden. Şimdi, “İnsanlık hali olur öyle şeyler İstanbul trafiğinde” diyorum rahatlıkla. Yetişmeyen her iş zihnimde büyür, kalbimi sıkıştırırdı eskiden. Şimdi, “Dünyanın sonu mu canım, elimizden bu kadarı geldi, ne yapalım” diyebiliyorum.

“Yaslı Normal” de insan vurdumduymaz oluyormuş. Daha önce kendine dert ettiği hiçbir şeyin dert olmadığını anlıyormuş meğer.

Yumuşuyormuş insan “Yaslı Normal” de… Eskiden kızdığı şeylere kızmaz, tepki verdiklerine vermez oluyormuş.

Mesela, haftalardır sitemizde sadece bizim blokta sıcak su yok. Ooo, eski ben olsaydım, hele de İren o soğuk suyun altında kalsaydı, site yönetimi elimden kurtulamazdı. Şimdi, babam arasana yönetimi dediğinde, “Boşver, başkası arasın” diyorum. Ne var yani soğuk suyla duş alsak, ölüm mü var sanki sonunda? Bir de İren’ in korktuğu asansörler… Sallana sallana çıkıyoruz. Babam kalmış geçen gün. “Aaaa öyle mi?” diyebildim sadece. Ne var yani, en kötü panik atak geçirir ya da asansör düşer, ölüm mü var sonunda? Ah, hele bir İren kalsaydı o asansörde… Tahmin edin neler yapardım site yönetimine…

Prensipleri kayboluyormuş insanın “Yaslı Normal” de. Sosyal medyada tanımadığım kimseyi kabul etmeyen ben, herkes İren’ i tanımalı duygusunun yoğunluğu ile gelen tüm takip isteklerini onaylar olmuşum.

Kimseye kolay kolay güvenmeyen ben, “Yaslı Normal” de hemen güveniyorum yeni tanıdığım insanlara. En kötü ne olabilir ki, ölüm mü var güvenmenin sonunda?

“Yaslı Normal” de, hayatıma yas süreciyle dahil olan, yüz yüze tanışmadığım bir sürü yeni arkadaş edindim. Kayıplarımızla ilgili paylaşımlarımızı beğenip, DM’ den yazıyoruz birbirimize. Katıldığımız online seminerlerde karşılaşıyoruz. Ben abartılı temasları seven biri olmadım hiç, annem bile sarılamamıştır bana doya doya bunca yıl. En çok İren’ e temas ettim hayatımda (iyi ki). Şimdi, “Yaslı Normal” de acısı olan herkese sarılmak istiyorum. Ekrandan bunu yapamayınca, hiç huyum olmayan şekilde, “Sana sarılmak istiyorum” diyen mesajlar yazıyorum. Onlarda hiç geri çevirmiyor. Yas arkadaşlarıma sonsuz güveniyorum çünkü aynı acının çıkmazında rastladık birbirimize. Böyle bir acıyı yaşayan kimseden kötülük gelmez, biliyorum. Hem gelse ne olur, ölüm mü var sonunda?