Haftanın son iş gününün erken saatlerinde telefonum çaldığı gibi kapandı. Bizim evdeki yaşlıların huyudur bu. Yanlışlıkla bir tuşa basarlar ve kaparlar. Yine öyle olduğunu düşünürken, “Yanlış aradım” yazan bir mesaj geldi annemden. Yanılmamıştım.
Öğleden sonra, iş çıkışı bir arkadaşımla yemeğe gideceğimi söylemek için aradım annemi. Gayet normal konuştuk. Akşam eve döndüğümde, kapıyı açmaya çalışırken içerden gelen bir ağlama sesi duydum. Panikle girdim. Annem hüngür hüngür ağlayarak telefonda konuşuyordu. “Ne oldu?” diye sorarken, annemin “Ultrasonla tomografi çekildi.” dediğini duydum.
Üç gün önce, annemden kolonoskopi ile bir parça alınarak patolojiye gönderilmişti. Aklıma ilk gelen patoloji sonucunun kötü çıktığı oldu. Ben “Ne oldu?” diye bağırmaya başlayınca, annem eli ile sakin ol der gibi bir işaret yaptı. Babam ise “Bir şey yok.” diyordu. Peki, bu ultrasonla tomografi çekimini; sonradan teyzem olduğunu öğrendiğim; telefonda konuştuğu kişiye neden ağlayarak anlatıyordu. Bir şey olmuştu belli ki.
Babamın “Anneannen” demesi ile kendimi anneannemin odasına attım. Gördüğüm manzarayı anlatamam. Elleri, kolları, burnu, göz altları mosmor, kafasında pansuman yapılmış koskoca bir şişlik, saçlarında kurumuş kanlar…
Meğer, sabahın erken saatlerinde telefonum yanlışlıkla çalmamış. Annem, ambulans ile hastaneye giderken aramış beni ve birden vazgeçmiş. Anneannem tuvalette düşmüş. Başını lavaboya çarpmış. İnlemesini duyunca koşmuşlar. Kan gölü olmuş etraf.
Sonrası, bir sağlık travması... 112’den ambulansın gelmesi için 30 dakika beklenilmiş. O halde! Ambulansın sedyesi olmadığı için başka bir ekip gelmiş… 30 dakika olmuş 45 dakika!
Annem, tüm gün hastane koridorunda beklemiş. Benim eve döndüğüm saatlerde de taburcu edilmiş anneannem.
O kadar kızdım ki! Önce, annemin bunu benden saklamasına… Anladım tabii aynı travmayı tekrar yaşamamı istemediğini. Ancak, göremediği bir şey vardı. Ben orda annemin yanında olmak isterdim. Çünkü, içerden kötü bir haber gelse, yalnızken duyacaktı, tıpkı benim İren’ i kaybettiğimizi duyduğum gibi. Annem, benim onun omzuna bir el olmak isteyeceğimi düşünemedi.
Biliyor musunuz, ben İren’ i kaybettikten sonra, annemin bana her “Bir şey ister misin?” sorusuna, her beni düşünen davranışına içten içe sinir oldum. Tahammül edemedim öz annemin annelik rolüne. Bu durumun onu çok üzeceğini düşündüğüm için paylaşmadım duygularımı uzun süre. Bir gün dayanamadım ve söyledim. Annem ne mi yaptı? Büyük bir olgunlukla, “Sana kötü hissettireceğimi düşünemedim. Bir şey sormam bundan sonra, ne demem gerekiyorsa sen bana söyle öyle konuşayım.” dedi. Bana anneliğin ne olduğunu hatırlattı.
O kadar kızdım ki! Koskoca İstanbul’da 112’ den ambulansın gelememesine… Gelen ambulansta sedye olmamasına… Sedyeli ambulansın beklenilmesine... 4 ay önce yaşadıklarımıza benzer bir ambulans krizi... Ve öldürmeyen Allah öldürmüyor!
Sormuş annem neden geç geldiklerini. “Teyze, ambulans yok ki!” demişler… “Onu en iyi ben bilirim!” derdim orda olsaydım… Malum, bizde nakil için ambulans talep ettiğimizde 4-5 saat sonra geleceklerini söylemişlerdi… Özel ambulansın gelişi de 112' yi pek aratmadı... Zahmet etmeyin canım, çocuk hayata gözlerini yumdu zaten siz gelene kadar!
Annem ambulansa binmek isteyince izin vermemişler, yasakmış. Arabası yok. Oturduğumuz semtte taksi bulmakta kolay değil… Kuralları anlıyorum ancak sen önce gelmen gereken zamanda, gerekli ekipmanınla gel de sonra kaidelerini ortaya koy demekten alamıyorum kendimi.
Demek ki, ambulans İren’ e nakil için yetişebilseydi beni almayacaklardı yanına. Oysa, biz beraber gideceğimizi konuşmuştuk. O; önde ambulansla, ben arkada bir taksiyle hastaneye varmış olsaydık ve “Kaybettik!” cümlesini orda duysaydım; “Siz benim çocuğuma ambulansta ne yaptınız?” diye soracağımı, "Hastanede kalbi dursaydı müdahale edilebilirdi." diyeceğimi, yaşayacağım suçluluk duygusunu, pişmanlığı düşündüm.
Yani, senaryo bu şekilde yazılmış olsaydı, bugüne kadar ambulansın gelmemesi üzerine sorduğum soruların yerini neden hastanede kalmadığımız alacaktı.
Bunları düşünürken, “Annesin işte! Hayattaki en büyük gayen evladını yaşatmak. Nerde, ne şekilde olursa olsun 130 gündür sorduğun neden, niçin, ne yapmalıydın, ne yapmamalıydın sorularının hepsi aslında evladını yaşatmak, hatta geri getiremeyeceğini bile bile, geri döndürmek için çaresiz bir çaba çünkü Annesin işte!” dedim kendime. Ve yine teslim oldum kadere!
Sonra aklıma, yaşları 99, 76, 74 ve 42 olmak üzere dört yaşlının, 12 yaşındaki İren’ imle aynı evde olduğu ve bu sıranın nasıl şaştığını sorduğum günler geldi… Hatta, tüm çocukluğumu birlikte geçirdiğim, zaman zaman “Anne” diye seslendiğim anneannemin yanına, olanlar sanki onun kabahatiymiş gibi, haftalarca giremediğim için kendimle olan içsel mücadele geldi. İren’ i kaybettikten sonra, sığınağım olan balkonda hep şu cümleyi kurdum: “Bundan sonra beni hiçbir şey üzemez!”.
Ben haftanın son iş gününün akşamında korktum… Ve anladım ki, “Bundan sonra beni hiçbir şey İren’ in kaybı kadar üzemez!”.
Kalbimin, bu derin acı içinde, başka bir travmaya ya da kayba burulabileceğini fark ettim. İnsan olduğumu yeniden hissettim.
Yas, bana bugün de çok şey öğrettiğin için teşekkür ederim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder